Anlatıcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Aralık 2013 Pazartesi

Ajanda



-Kııız… Oyalanma. Kalem alıp çıkacağım dedin takılıp kaldın. Neye bakıyorsun öyle sen?
 
-Ajandalara.Ne kadar güzeller değil mi? 

-Güzel,güzel. Hadi oyalanma bak bugün çok işimiz var. Hadi dedim ama.

-Şu kırmızı kapaklı olanı ne kadar güzel. Aynı dün büyük masada oturan kadının elindeki gibi.

-Kız ne yazacaksın sen ona? Kaçırmayacağın toplantıların mı var? Ha anladım ; günlük plan : rostoyu servis ederken sebzeler sola baksın, şarap kadehlerini dörtte bire iner inmez doldur… Yoksa bugün de Nejat gelmedi, bugün de aramadı diye mi yazacaksın? Yoksa bizim kuantum Nejla gibi her sabah çok güzelim, çok sağlıklıyım, çok zenginim diye mi zırvalayacaksın? Uyan kızım uyan. Kaç para o? İşe geç kalıyoruz.
 
Baktım Neriman’a. Nasıl baktım bilmiyorum ama sustu. 

-Tamam ben gidiyorum. Sen istediğin gibi salına salına gel.
 
Gitti. Gitsin. 
“Bu ajandayı alacağım.  Gece bahşiş bol olur. Akbil de gitmeye yeter zaten. Dönüşte bakarız. Cimridir mimridir ya Fiko abi yılbaşı gecesi bahşişi verir. Hatta belki…

-16.50 TL .

-12.50 , 13 , 14 , 14.50 , 15 , 16 … 50 . 
Elime alırım, pakete gerek yok.

” Koş Aslı, koş. Vapuru kaçırırsan görürsün bahşişi. “

- Bir çay versene.

” Hiç yutkunma. Bugün sana çay yok.Senin ajandan var. Akbil de boşmuş. Annemi de aramadım. Telefonu da unuttum yine. Arayacak, bulamayacak, ağlayacak. Bulsa da ağlıyor zaten boşver. Çok isterse Neriman’dan bulur . Offf yorgunum. Şöyle birkaç gün yatsam uyusam. Her yanım ağrıyor. Göz kapaklarım uyku dolu. Elli hindi, yüzelli kişi. Hepsi sırtımda sanki. Bu gece nasıl biter. İzin yapmayalı kaç hafta oldu. Dört mü? Sanki aylardır duraksız çalışıyorum. Nejat mı kalır insanın yanında. Bir de dalga geçiyor, sanki bilmiyor. İyi oldu Neriman’ın gitmesi. Neyse iki hafta sonu daha devam edersem cep telefonumun taksidi biter. Nefes alırım. Bir de ajanda aldık. Ne yazacağım sahiden bu ajandaya? Kadın ne güzel yazıyordu. Bir de afilli bir kaleme ihtiyacım var. Biraz daha sonra belki. Adım,soyadım,numaram… Buradan başlayayım.”
 
” Başka ne yazacağım? Bir kere kilo vermeye kararlıyım. Hergün eczanede tartılıp onu yazarım. Ödeyeceklerimi yazarım bittikçe sevinirim. Nejat’ı da yazarım. Bir de kesin kararlıyım sigarayı bıraktığım gün olarak yarını yazarım. Ve hergün sigara parasını bir köşeye koyarım. Sonra annemle hangi gün konuştuğumuzu yazarım. En son neye ağladığını. Hep ağlar, hep. Ne kabus bir yılbaşıydı. Hayat başı. Babasız bir hayat başı. ‘Gitmez gelir.’ diyor Hüsniye teyze anneme. O ise ağlıyor. Dizini dövüp ağlıyor,beni görüp ağlıyor. Gitti baba dediğim adam, gelmedi. Nejat gibi. Varken ne oluyordu da yokken bu kadar dağıldı annem hiç anlamadım. Ben de aldırmıyorum Nejat’ın yokluğuna. Tek bildiğim babamın yokluğunda annemin sesi daha tizdi. Tiz ses duvarları delip geçti, komşuların yüreklerinde titreşti, boğazlarına lokmaları dizdi ve annem bunu sevdi.”

Vapurdan koşa yıkıla inerken,bir bakışta avcunda ki kuruşları saydı Aslı. 50 krş eksik. Unutabileceği bir kuruş bile olmadığını bildiğinden ne ceplerini, ne de köşe bucak çantasını aradı.

” Aradan kaçarak binebilir miyim? Yok en iyisi güvenlikle konuşmak. Hergün biniyorum. Tanımamış mıdır? Ya izin vermezse? Saat geç oluyor Oktay usta mutfakta tıslamaya başlamıştır. Ah Neriman beklesen ölürdün. Bari paran var mı diye soraydın, bastın gittin. Kızım elinde kırmızı ajanda, ağzının suyu akıyor, parasız olacağını ne bilsin. Duramadın bir gün daha.”

Güvenlik, yanakları kızarmış kızın sıcak nefesini yüzünde hissetti. Bir de çaresizliğini. Kendindeki gücü. Büyüklüğünü. Erkek erkek baktı gözlerine. Aslı daha da kızardı. 
“Pislik!”
 
- Abi 50 krş eksiğim var. İşe geç kaldım. Yarın getiririm, hadi idare ediver.
 Avucunu adamın gözüne doğru uzattı, bakışından kurtulmak için. Adam avucuna bakmadı. Tramvayın sesi ile  -Geç hadi! dedi yan tarafı işaret ederek.

Kalabalığın içinde sırtını dayayabileceği bir köşeye sığıştı. Elindeki ajandasına baktı bir de bakan var mı diye görüş alanındaki insanlara.
Bagajında sıcak pizza, kestirmeden geçmeye çalıştı bir mobilet .Sultan Ahmet Durağı’na gelirken acı bir fren duyuldu tramvay yolundan. Kuş kanatları bağrışlara karıştı. Aslı iki eliyle tutundu ajandasına. Ayakları vücudunun peşinden havalandı.

***

-Neriman kızım ben Nevin Teyzen. Aslı ya ulaşamıyorum da sana bir sorayım dedim.

-Telefonunu evde unutmuştu. Biz de ulaşamıyoruz. Sabah beraberdik. Kitapçıda ayrıldık. Dur, Nevin teyzem ağlama…
***

Gözlerini açtı Aslı. Yan yatakta yatan bir kadın. Tanımadı.Telaşlandı.

-Neredeyim ben? Heeey! Neredeyim ben?

-Bağırma sus. Zaten başımı çarpmışım ağrıyor. Hastanedeyiz. Nerede olacak? Zibidi bir motorlu fırlamış tramvayın önüne. Bir sen,bir de ben …ayakta uyuyanlar hastanelik. Ben tutunulan direğe girmişim kafadan. Sen açılan kapıdan yola uçmuşsun. Dua et kırıkla atlattın.

-Ben… Ben hatırlamıyorum.

-Bu gece yılbaşı. Mutlu yıllar Aslı.

-Adımı nereden biliyorsunuz?

-Ajandandan.
***
3-Ocak-2013 
Annemle konuşma. Ağlamadı.

4-Ocak 2013
 Annem geldi.

20-Ocak-2013
 İş aramaya başla!
devamını oku

17 Aralık 2013 Salı

Mahallenin Delisi Altı Dakikadır Yazıyor. Kelimesi "karşılık"


Bunu alayım. Buyrun karşılığı. Olmadı mı? Niye ama? Ne de güzel bir nazar boncuğu. Nazar boncuğu olmaz mı? Sebep? Ne de güzel iyi niyetler yükledim ona. Yüklenmez mi? İyi niyet yüklenmez mi? Aslında bu konu benim de kafamda muamma. Yükledim oldu...niye olmuyor? Hayır kandırmadılar beni! Yanlış da anlamadım. Herkes yapıyor, o zaman doğru olmalı. Peki peki alın beş liranızı. Halbuki ben martılara simit alacaktım. E bir de çay söyleyecektim kendime gazetemi okurken içmeye. Hem biliyorsunuz hafta içi kodamanların fotoğrafları yok gazetede o yüzden on kuruş ucuz. Arta kalanını da bir fakire verecektim. O da dua edecekti. Evet bana edecekti duayı ama nazar boncuğu ile köprü kuracaktım ya, direkt size gelecekti. Olmaz mı? Olur gibi geldiydi. Olur dedilerdi. E peki o zaman bana boş bir naylon torba verin. İçine öğrendiklerimi koyacağım. Bana denilenleri de koyacağım. Koyacağım da koyacağım. Sevgi, iyi niyet, öğreti. Hatta öğretilmeyenleri de koyacağım. Hepsi naylona girecek. On sekiz yaş altı elleyemeyecek. Sonra...sonra salacağım rüzgara...

devamını oku

Mahallenin Delisi Altı Dakikadır Yazıyor. Kelimesi; gözü


Çekmecenin gözünde koyuluş tarihini hatırlamadığım erikler. Kuru erikler. Kuruluğu bırakıp yaşa dönmeye meyl etmiş siyah erikler. Yeni organizmalar. Tamam itiraf ediyorum kıvıl kıvıl kurtlar. Kurt kolonisini alıp bahçenin en mutena köşesine koyuyorum. Etrafları kağıt değil yeşillik artık. Umudum bir kaç tanesi fikir değiştirip dut yaprağı arar da tırtıla dönüşür. Sonra da gelsin şık kanatlar ve olsun kelebek. 
Erkek kelebekler, erkek kediler. Hepsi de ne kadar dişi. Dişi demişken Frida'yı (atölyenin kedisi) artık ele almalı. Başını bağlamalı önce. Çöpçatanlık değil enikonu başını bağlamalı. Tepesine bir koli bandı oturtup bağlayacağım tülbenti. E madem ben kapamayı unuttum, siz kapayın demiş yapacağız elbette. Cık cık cık...
Cık cık cık dedim de ne geldi aklıma! Aman kimse duymasın. Madem kimse duymasın yazamayacağım bu sebep. Burada yazabileceklerimi paylaşmalıyım... Yılbaşında kar yağar mı mesela? Kâr yağar dükkanlara, kitsch diye yazılıp kiç diye okunan hediyelik eşyalara. Haydi suni karlar satın alalım kâr ettirmeye dükkanları. Ve borç içinde "Yeni Yıla Merhabaaa!"
Kredi kartları diyorum, aralık ayında yasaklanmalı. Aralık ayında yeni yılın hızlı gelişi de yasaklanmalı. Bunu yapabilir yasak koyucu. Nasıl olacağını da bizden iyi bilir nasılsa.
devamını oku

10 Aralık 2013 Salı

Kelime: yazılıydı


Nerede yazılıydı? Nerede? Nerede? Şu alnımın yazısı.  Ederini verince herkes okuyor anasını satayım, bir ben cahil. Yine içimdeki sokak çocuğu baş gösteriyor. Bak ne kadar kibar hanımlar arasındasın, hatta süslü kurabiyeler yapma düşündesin bırak bu ağızları!
Evet efendim. Alnımızın yazısı nerede yazılı bilmek isterdim. Öyle bakmayın yüzüme. Biliyorum siz de okuyabiliyorsunuz. Peki efendim doğruyu söyleyin o halde. Benden cacık olur mu? Ay pardon! Yani validemin sütünden mayaladığım yoğurda kendimi ince kıyım katsam ne olur? Ekşir mi yoğurt? Ekşi o sizin lâtif ağzınız olmasın? İstirham ederim... ... ... Bugünlerde havalarda pek güzel gidiyor efendim. Hı hı... Pek güzel, pek hoş. Aklıma takılıyor sadece alın yazısı olayı. Ya bilmediğim lisandan, ya da frekanstan. Radyo dalgaları sarmalıyor mudur buselik makamından ? Hı?
devamını oku

9 Aralık 2013 Pazartesi

Kelime: genç


Genç bir kızdı. Sonra yaşlandı. Ruhu genç kızlıkta takılı kaldı. Saçları belinde, arkadan yirmilik, önden en az doksandı. Doksan kere söylemiştim yapma diye, doksanbirinciyi bekledi. Sormadı -neden?- diye. Usandım. Siz hiç usandınız mı? Ben çok usandım. Kafa karışıklığı mı, yorgunluk mu, vaktinden önce yaşlar üzerinde koşmak mı? Şımardım. Zevk aldığım uğraşlarla doldurdum bohçamı. Sırtıma attım. Her adımda ağırlaştı. Meğer bohçanın içi aşna fişne. Çoğalmışlar. Sevgiden mi, sarsıntıdan mı bu üreme dürtüsü bilemedim. Yolun devamını sürükleyerek getirdim. Getirdim ama bitirmedim. Güneşliydi hava. Oturdum bekledim. Kollarım dinlenince sırtım dikleşti. Açtım bohçayı içinde kaç ömürlük malzeme. Zamanı uzatayım dedim. Önce altı dakikayı uzattım. Onbeş dakika gibi oldu. Hâlâ zil çalmadı. Benim yaşlı, doksanbir yaşına girdi. Saçlarına bir de meç yaptırdı. Bak dedim sana söylüyorum. Bu doksanbirinci söyleyişim...
devamını oku

8 Aralık 2013 Pazar

Odamda Tek Başıma

  
Loş sıkışmış bir odada birbirimize bakıyoruz. Kesişim alanımız son onbeş yıl. Anneannemi son gördüğüm gün. Birlikte fotoğraf çektiriyor olsak aynı kareye sığmayacak kadar uzağız. Belki bir an. Kahveyi önündeki sehpaya koyduğum o an  çekilmiş olsaydı sepya bir fonda gri elbise ve beyaz saçlı bir geçmiş önünde rengârenk tırnaklı, mini etekli, saçları örgü,renkli bir gelecek olurdu. Merak ederim nasıl görünüyorduk o odada ışık huzmelerinde uçuşan tozlarla. MargueritDuras geçmeseydi raftan elime,tekrar düşünür müydüm bu unutmaya çalıştığım anı bilmiyorum. Kırılma noktası.
O da on beş yaşındaydı. Ama benimki aşktan değildi. Aşktan olsun isterdim elbette. On beş yaşında anneanne ile o sarsıntı anında.
Niye gitmiştim bu heveslisi olmadığım eve tam hatırlayamıyorum.Hikâyeler hafızamda devamlı değişiyor. Annemin anlattıkları, benim anneme anlattıklarım ve yaşadıklarım... Okuduğum hikâyeler, izlediğim filmler bile yeniden yeniden kurguluyor kafamda bu mutsuz anıyı. Gerçek değişmiyor. Onu kurtaramadım. Beynim ne kadar tamir etmeye çalışsa o çocuk yaşta, çocukça hata kahreder beni altmış dört senedir. Hafızam artık zorlanıyor. Her şey gittikçe siliniyor. Farkındayım.

Gri elbisesiyle oturuyordu köşesinde. Bakıcı kadının onu bıraktığı şekilde. Açma sakın denilen kapıyı ilk çalışta açmıştı yine. Suçlu suçlu sinmişti rengini yitirmiş, bir zamanların parlak yağ yeşili kadife koltuğuna. Bu koku ve ağır akan yaşlı zaman. Birkaç lira koparmaktan başka niyeti olmayan bir torun. Değerdi cebime sıkıştıracağı paralara. Sıkıp dişi oturmaya değerdi. Ufacık bir kadın. Saçları öylesine beyaz, teni ise inadına koyu. Esmermiş bir zamanlar. Kaskatı bakışları olan  yaşlı kadının yüzüne bu mutsuz ifade çok genç yaşta yapışmıştı belli ki. Bir gün bir şeylere küsmüş ve kimse gönlünü almaya yanaşmamış, o yüzle de yaşlanmıştı. Bir bana bakarkengördüğü gençliğine gülümsemeye çalışırdı. Yüzü garip bir hal alırdı. Ürkerdim. Hemen sonrasında da gençliğini harçlıkla onurlandırırdı. Rüşvetle gelen gençliğine gerekeni yapardı. “Ben!” derdi... “Ben de senin gibi güzeldim. Şansın bana benzemesin.” Ama hiç bir zaman beni sormazdı. Şimdi şimdi düşünürüm ben onu ne kadar tanıyorsam o beni çok daha az bilirdi. “Anneanne sen hala güzelsin.” Aynaya bakmayalı, camda yansımasını görmeyeli ne kadar olmuştu bilemem. Hep eskiden derdi. Eski kokardı ağzından dökülen birkaç söz.

Odanın içinde derin sessizlik vardı o gün de. Büfedeki tozlu porselen kadın biblosuna mutlaka dokunmuşumdur. Yalnız bir kadın biblosu. Ben ise onun dantelden yapılmış elbisesine dokunurdum. Saatin tok, tik takları. O tükenen zamanını dinliyordu, ben tükenmek bilmeyen zamanı. Bundan eminim.
O havasız, sıcak odada, yaz sıcağında kalın çorapları ve yün kokan elbisesiyle bir yaşlı kadın ve hayatın içine koşmaya hazır  kıpır kıpır bir genç kız. Meğer üşünüyormuş. Yılların varlığı üzerinden eksildikçe insan üşüyormuş.
Diz ağrısının ne demek olduğundan bihaber çocuğa dizlerinin ağrısını anlatıyordu her zamanki gibi. “Annen!” diyordu, “Yine yanlış doktora götürdü beni.” Kız bilmez. Yanlış doktora nasıl götürür profesör anne anlamaz. Sadece oturur. Anlamaya çalışmaz.
Kahve yapayım demişimdir herhalde. O da hiç sekmeden, bıkmadan usanmadan her zaman tarif ettiği gibi kahvenin, cezvenin, fincanın, dantelin, tepsinin, su bardağının ve suyun yerlerini tarif etmiştir bu umursamaz kıza. Kız o kadar umursamaz değildir bu saplanıp kalmış bedene acıyordur. Bu ateşi sönmüş gözlere.
Ne öncesini, ne sonrasını düşünürdüm bu bedenin. Sanki o hep orada anneanne olarak var edilmişti. Hayatında kaç on beş yılı vardı hiç aklıma bile gelmezdi. Bir hayatının, bir geçmişinin olduğunu, sarsmasa da hikâyeleri olduğunu düşünmezdim. İçinden mırıldandığı hangi şarkıydı acaba?

Kahveyi getirmiş, yanındaki sehpaya koymuştum. Odanın sessizliğini dolduran saat sesine karışan o uğultu. Her canlı canlanırmış yer depreşirken. Ayaklarının altındaki toprak öfkeliyken. Yaşlı kadın, o durağan, atıl kadın da canlandı. Bunu çok iyi hatırlıyorum. "Anneanne dur ne yapıyorsun!"diyor bir yandan da haline katıla katıla gülüyordum. Durdurmadım. O uğultulu sallantı arasında yaşlı kadının hırkasını, çantasını, eşarbını, ilaçlarını, iki gümüş aynayı, tansiyon aletini alışını, ağrıyan dizleri ile seke seke koşuşunu anlatacak bir hikâye bulmanın coşkusu ile kahkahalar atarak izliyordum ki şu ana kadar hiç anlatamadım. Gülüyordum. Kapıyı açıp merdivenlere yönelebilecek kadar atik olacağını hiç düşünemedim. Beni bırakabileceğini düşünemedim. Kalan bütün nefeslerini toplayıp kendini dışarı attı. Sarsıntının durduğunu fark etmedik. Merdiven korkulukları sallandı. Yaşlı vücudu, ağrıyan dizler yalpa yalpa, çarpa çarpa yuvarlandı. Saçılmış eşyalarının ortasında hareketsiz kaldı. "Anneanne!" diye seslendiğimi biliyorum. Sonraki dört gün boğazımdan ses çıkma. Güvende olduğunu hissetmek için içine girmekten korktuğu toprağa ayak basmaya çalıştı yaşlı kadın. En azından çabaladı.

Sadece yazmak istedim. Anlatacak sızlanacak çocuklarım olmadı benim. Dizlerim ağrıyor. Benim de yüzümde yapışmış acılar var. Aynaya bakıp görüyorum. Her çizginin derinlerinde geçmiş var. Gençlerin merak etmeyeceği, daha büyüklerin dinlemek istemediği sadece insanın kendisini ihtiyarlatan hikâyeler var.
devamını oku

6 Aralık 2013 Cuma

Gözlerin Karadelik



Gözlerin kara delik. Yoksul kaldım tüm duygularımdan. Uyumsuz bir zihniyetin bedeniyim artık, örseleyici deneyimler yaşatan. Dırdırcı bir eleştirmen eline almış beni didikliyor. Beğenmiyor. Beğenmiyor da beğenmiyor. Habire beğenmiyor. Acıtmıyor da hani. Dedim ya gözlerin kara delik. Çok geç artık çok geç. Vakit epeyce geç. Radyatörler kapandı. Kapandı ahlaki pusula. Gel hele. Ay'ın arka yüzünde anlatacaklarım var sana.
devamını oku

1 Aralık 2013 Pazar

Dur bir anacım !


Köreltilmiş geleceğini, kaybettiğin sağlığını göremiyorsun tabii olarak. Cebimde suç unsuru bu toprakların yerli, çeşitli domates tohumları. Martının çığlığı; aşeriyor simide. Her geçişte HGS şoklaması. Yaşlı anam anlamaz niye değişti hergün yürüdüğü yollar. Unuttum herhal der, unuttuğuna inanır. Unutur. Elinde bayrak oturur pencerede, inandıramam tohum kadar O da suç unsuru. E bu ev kimin evi? Dur anacım, dur! "Zamanında kandırdık sizi yeniden yapacağız evlerinizi". Necmi Bey, haberin var mı? Dur helva kavurup dumanını savurayım. Haber gitsin Necmi Bey'e. Bu mutfak kimin mutfağı? Dur bir anacım, dur! Tam ortada bir yerlerde yetişemem hiç birine. Ulaşılmaz olmama imkan yok. Adım adım, bir kameradan diğerine. Sarılıyorum tohumlarıma. "Şu kadın elini cebinden çıkarmıyor! Arayın üzerini." Kaçmalıyım. Yeraltına, toprağın dibine. Bu toprak kimin toprağı?
devamını oku

21 Kasım 2013 Perşembe

Rakı Koydum Bardağa. Yalnız İçilmez...



   Çiseleyen yağmurda, arabanın içinde sırılsıklamım. O kadar ahmağım hani. Rüzgâra alnımı dayayıp, yürüyerek yağmur toplamam lazım başka çare yok. Güneşli havalardan bilirsin beni. Ellerim cebimdeki boşlukta, gözümde bir gri gözlük, umursamaz. Aklımda gri, ciddi düşünceler. Böyle bilmeni isterim... İsterim herhalde. Böyle bilinmeyi isterim. Ama sen bilme. Bak bunu ilk defa söylüyorum. İlk defa birine yağmurda dönüyorum. Aşkı meşki geç, sen beni affet. Sen beni affet, sonra da ... Ne istersen. 

   Acizlikten son çıkış tabelasında karar verdim buna. Yağmur sonra başladı. Rakıyı çoktan koymuştum. Elimi cebimin gölgesinden de sola işaret vermek için çıkardım. Üzerinde yüz bin kaçış çiziği. Ne olacak, er meydanında övünürdüm ya şimdi utandım. Dikiz aynasından kaçamak bakışlar yolladım kendime. Geride bıraktıklarım ve bir çift huysuz göz. Hem huysuz, hem her bakışa karşılık veren bir orospu. Tükürdüm yüzüne, ardı sağnak yağmur. Buz eriyor rakıda. Son sürat geliyordum sana. Yanımdan Kenyalı-Türk bir atlet geçti. Kıtaları birleştirmiş bir bedende, altın madalya ona gitti. Ya benzinim biterse bu dönüşsüz yolda? Başımı indirip bakamadım göstergeye, hâlâ kesişiyoruz orospuyla. İn becer diyor birileri. İnmeyi beceremiyorum. Acizliğe acil dönüş tabelası rüzgarda fır dönüyor. Ne tarafa yönelsem orayı gösteriyor. Kaş göz ediyor aynadaki uymuyorum. Ne de sinirli bakıyor? Piç kurusu olup iniyorum arabadan. Cebimde ne varsa dökülüyor. Basıp üstüne yürüyorum. Tabelalara bakmadan, bildiğim gibi, her daim geldiğim gibi. 

   Mahallenin delisi bugün trafik polisi. Asgari hıza ulaşamadım diye kesiyor cezayı. Yağmur siliyor, o kesiyor. Yağmur vardı diyorum, gözlerim iyi görmez diyorum, kayboldum, benzinim bitebilirdi diyorum. Hem arkadaşlar bekler. Daha mitingler yapacağız, daha devletle, hükümet kelimesinin kafalardaki kargaşasını gidereceğiz diyorum. 
Tek başına mı? 
Olur mu tek başına. Yürünür mü gönülde bir gerçek olmasa. Uğruna yaşayacağın, savaşacağın bir gerçek olmasa?
Biliyorum ağlamak istiyor, ama beceremiyor. Yolun doğrusunu gösteriyor bir çırpıda. 
Bu bina. Bahçesinde dönüp durma artık. İçeri gir. 
Delinin zoruna bak. Bahçede dönüp duruyormuşum. Ne uzundur o sözler deli efendiii. Cümleleri toparlayabilsem durur muyum burada. Döke saça gitmeyi ben de bilirim, ki döke saça ayrılmıştım buradan. Etik Ağacına yıldırım düşmüştü ben onu elinden tuttuğum gibi çekip kurtarmıştım. Başımı kaldırdım üçüncü katta gözleri. Meğer en yakınım dediği arkadaşının eliymiş kalan elimde. Ahmağım dedim ya ıslandım. 
Ben suçsuzum Adem! Bunu sen de bilyorsun. Reddi miras aklıma gelmedi hepsi bu. Şimdi toplayıp tüm kelimeleri en doğru cümleyi kurmam gerek. Kelimelerin anlamları o kadar yabancı ki. Hiçbiri senin resminle uyuşmuyor. Hepsi çiğ. Bak toprağa serdim eridi gitti... Şimdi yeni kelimelerle bir daha denemeli.

Bekleme yapmayalım! 
Offf tamam çıkıyorum merdivenleri Sami bey'in şaşkın bakışlarına selam vererek. Girişteki eczanenin sahibi. Arkamdan bakıyor mu bilmiyorum ama arkaya bakmıyorum. Bir kulağım herşeyi açık edecek delide. Sesi kesildi mi ne? 

Bekleme yapmayalım!!! 
Hazır değilim. Tamam, tamam çalıyorum zili. 
...
Bir daha...
...
   Apartmanın içi karanlık. Yine gelmiş cama yapışmış benimki. Bir hareket olsa ışık yanacak, yıkılacak karşımdan. Yan pencereden süzülen soğan kokusunu aldı. Hiç kötü ruh olur mu soğanlı, sarımsaklı evde? O kapılar sana kapalı. Ne bakıyorsun gözlerime. Çalacağım, bir kez daha çalacağım.
...
   İşte dokunuyorum zile. Basıyorum işaret parmağımla. Bakışlarım, bekleyişim parmağımın ucunda. Dokunuyorum. Giremediğim kanallardan sana varıyor. Kulağından girip yüreğini titreştiriyor değil mi nazenin köftehor seniii. Sen de beni bekliyorsun . Heyecandan açamıyorsun. Yoksa ne? Geldim işte daha ne? Hem de yağmurda.
Çalıyorum bak!
...
   Bu saatte evdesindir. Nerede olacaksın ki? Tuvalette mi yoksa? Kitabın otuzikinci sayfasında? Hikayenin dibinde. 

Bekleme yapmayalımmm!

Bu deli olmasa çekip giderdim ya, işin yoksa in bir de niye gittiğini açıkla... Haydi be Gül'üm aç şu kapıyı, bırak Naz'ı. O çoktan mazi. Tükeniyorum bak. Hadi bir dııııt... Ardından gelsin " Ay pardon, çamaşır asıyordum arka balkonda. Açmak istemem mi? Gitsin artık geberesice, söküp atasım var zili! Kimseyi istemiyorum, hiç kimseyi! Gözlerim kurbağa, evi havalandırmam lazım, buram buram vodka - vodka mı? Aman hatta Rusya girmesin şimdi, çok yazar - duş almalıyım... her çalış beynime balyoz... der miyim?   Delinin zoruna bak! Haydi gir içeri. "
Açılmıyor. Kapı açılmıyor. Deli çekti gitti. Sami Bey'in kepengi. 
Bildiğiniz nöbetçi eczane var mı yakında? Demir hapı alacağım. Kansızım. Donuyorum soğukta. Şeref demedim, kan dedim Sami Bey lütfen. Hem sizden bir ricam daha olacak. Geldiğimi üçüncü kata duyururmusunuz? Ben kim miyim? Ziyankarpaşazade Recai. Annesinin Hint basması, Halit Bey in oğluyum. Aslı gibidir. Herşeyi fevkalade metodlarla ziyan eder. 

   Neler diyorsunuz öyle son kertede... istirham ederim.

   Mahallenin delisi muhtar olmuş eline çay bardağını alınca. 

Buyrun ne istemiştiniz? Yeni bir kimlik? Yeni bir ikâmet? Davalarınızın zarfları şu tarafta.

Yok ben Nevin Hanım bu sokakta mı otururlar diye soracaktım. Yakînî olmaya niyetliyim de. Acelem var. Buz eriyecek rakımda. 




devamını oku

14 Kasım 2013 Perşembe

Su



Ne büyük çaba… 
Avuçlarımı yuma yuma tutasım var; kaçar gider kader çizgimden usul usul su!
Ellerim açılır, avuçlarım gevşer ,sakinim olur; hem havaya, hem tenime karışır ısımla.

Hala şaştığıma şaşarım; özgürlüğünde her daim benimle su!
devamını oku

12 Kasım 2013 Salı

Gömdüm Seni

Gömdüm seni. Hissettirmeden. Usul, usul...dirseğimin tam kenarına. Kimsenin tahmin etmeyeceği bir yere. Sana dayanıyorum zayıf bekleyişlerde. Bir sinek konuyor. Okkalı bir şaplak indiremiyorum. Okşarcasına uzaklaştırıyorum. Sinek şefkat tadıyor insan eliyle. Şaşkın. Havalanıyor, havalanıyor, konuyor aynı ümide. Benim hayvanım oldu bile. Adını fısıldıyorum kulağına. Ellerini ovuyor.  Yoksa... yoksa buldu mu seni? Gözlerim kapalı, incecik ayakları. Yokluyor belki de kokluyor. Ne söylüyor? Akıl çelen! Gözlerim kapalı. Konuşuyor işte... öfkem duvara çarpıyor. Tumturaklı vızıltılarla kaçıyor şimşek gibi yayılan acıda. Sesleniyorum ardından " Sen gitmedin! Ben gönderdim!"  Unutulmaz. Bu acı unutulmaz! Yoksunuz artık orada. 
devamını oku

9 Kasım 2013 Cumartesi

İrmik Helvası

Kafa tutup kayıpları kutsayan helvalara, irmiği kuşlara yediriyorum. Kalanını yaprak sarmasına. Doğarken göbek bağından başlayıp kırptıkları için fazlalıklarımı, altıncı parmağım yok artık. Olsaydı bir de turşu kurardım ekşimiş hatıralardan. Annemin çaldığı erikler vücudumun en görünen yerlerinde. Bir tanesi alnımın orta yerinde, üçüncü gözümü kapatan koyu kahve bir leke. Vurmak isterseniz kolaylık olsun diye. Nişan alıyor astiğmatlı bir yaratılmış, bütün önemli insanlar ölüyor. Koyu kahve, kalp çarpıntısı; alnım açık bekliyorum sessizce.
devamını oku

7 Kasım 2013 Perşembe

Taçsız Sultan


Bir küfür yolluyorum sana acılı ciğer tabağından, çaydanlık kızıp elimi haşlıyor. Rakı basmalıyım bu acının üstüne, başka yolu yok. Diş macunları çoktan tükürülmüş Marmara' nın derinlerine. Kelimelerin savaşı devam ediyor oksijensiz ortamlarda. Parlak dişleriyle gülümsüyor ölmeden hemen önce balıklar. Dil, din, cinsiyet ayrımsız hepsi ölüyor umut ettikleri hayattan. Balıksız bir denizin ahmak kâşifiyim, balıkçılar Kralı'nı hayal eden. Ahmaklar Sultanı seçilmişim haberim yok. Yine de iyot kokusu sakinleştiriyor köpüren derimi. Yolmuyorum. Yolsuzum. İade ediyorum plastik tacı naylon poşet yapsınlar diye. Kör bir labirentin onörlü, yolsuz sakiniyim işte...
devamını oku

5 Kasım 2013 Salı

Son Sayfaya

Sen hikayeni anlatırken bana mı sordun? Sorarım sana! 
Tamam haklısın seni ben çağırdım. Anlat da demiş olabilirim bedelini ödeyip çantama yerleştirerek. Aklımı çelen sen oldun yine. Kitapçıya girdiysem bunu fırsat bilen sen oldun. Kapağın arkasında çapkın bakışına daldıysam , okuduysam övgü dolu sözleri, bir de kitaba akıl çelen tumturaklı bir isim  koyduysan... meraklandırdıysan... suçum ne? Iyi de anlatırsın başlayınca bilirim. Yine kandım işte. Ve her zaman kanacağım bilirim. Iyi, güzel elbette. Ama sorarım sana; hikayeyi anlatıp beni nasıl atarsın son sayfada? Biliyordum, daha kitabı aldığım gün biliyordum cinayetin işleneceğini. Sessiz bir merakla izledim. Insanlar benim gibiydi. Yok yapmazlar... diye diye yapılana seyirci kaldılar. Utandım. Sessiz izleyici olmak ne ağır yük! Santiagooooo kaç , hayır hayır kapıyı kapama...ne duruyorsunuz? Lanet olası töreee... Sesimi duyurmadın. Çok acımasızdın. Sonra hikayeyi bitiriverdin. Beni kan tutar üstelik. Santiago olup o yolu yürüdüm. Ve o bedenini bıraktı usulca. Kendime geldiğimde karşımda bir duvar vardı. Boş bir sayfa ve sessizlik. Herkes susmuş. Çekip gitmiş. Kitabın arkasında gülümsüyordun ama artık değil çapkınca, hınzırca. 
devamını oku

4 Kasım 2013 Pazartesi

2014




Turfanda 2014 ajandaları! Canı çeken hamileler, acelesi olanlar, 2013 den memnun kalmamışlar... Turfanda 2014 ajandaları raflarda!
devamını oku

28 Ekim 2013 Pazartesi

CUMHURIYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!



Elimde taşıdığım bez değil...başım üstü dalgalanan;kanla,canla yazılmış bir tarih.
Diğer elimdeki meşale değil...her adımda aydınlıkta olma gayreti. Yürüdüğüm asfalt, yol değil...emanetim.Bağırdığım umutlarım hiç değil...saf gerçekler.
devamını oku

27 Ekim 2013 Pazar

Fesleğen

Bugün seni hiç düşünmedim. Çünkü bu sabah günün doğuşuna kalkmadım.
Uyandığımda kahvaltı saati çoktan geçmişti. Sade kahve yaptım. Fal kapamadım son yudumumda. Çıktım evden, hava bulutluydu, serinceydi, canlı hissettim düşen bir iki damla yağmurun altında.
 Semt pazarı kurulmuştu aşağı sokakta her perşembe olduğu gibi. Elimde arabam, çiçekçilerin arasından daldım kalabalığa, fesleğen kokusunu burnuma çekerek. Kadınlar, adamlar, ellerindeki torbalar hayata kaç kişi baktıklarının izlerini taşır gibi. Rengarenk tişört tezgahlarında kendinden geçmiş kızlar, kara ellerin doldurduğu kirazlar. Hint eşyaları satan bir tezgahta gözüme ilişen bir ayna kesti yolumu. Elime aldım, oymalarına dokundum. Nilüfer çiçekleri vardı boy boy, gözümde bir kara, kavruk oğlan; oymacı oyarken neler düşünür? Fiyatını sordum satıcıya; iki kilo iyi cins papaz eriği kadar. Arabaya sebzelerin yanına yerleştirdim.
 Dönerken küçük bir saksı fesleğen de aldım.
 Pazar, kaos çok güzeldi. Evde ilk işim aynayı çıkarıp duvara asmak odu. Alışması için fesleğeni camın içinde pazarda olduğu gibi serin gölgeliğe yerleştirdim ve suladım. Sonra ver elini mutfak. Yeşillikler, baharatlar, kokular. Ocaktan yükselmekte olan duman. Kaç saat daha geçmiş onun da farkında değilim.
 Akşam yemeği için masayı kurdum ve seni düşünmeye karar verdim. Bu sefer cam tarafına ben oturdum, karşımda ben. Oyma nilüferler arasından bakıyordum… sana… ama uzaktan… kalktım hızlıca masayı duvara yapıştırdım. Şimdi daha yakındım. Anlamaya çalışıyordum; sen olmak ve bana bakmak ve vazgeçmek. Bir kaç çatal aldım karnıyarıktan… acı midemi ağrıtır, niyeyse acısını kaçırmışım pişirirken tam sevdiğin gibi. Aralık pencereden burnuma hafif rüzgarla o çok sevdiğin fesleğen kokusu doldu, kulağıma sesin “fesleğen kokan yarim” … 
Midem ağrıyor şimdi… sen olmayı beceremedim…anlamak istemedim belkide.
 Ama iyileşiyorum bunu fark ettim…gün boyu seni hiiiiççç düşünmedim.
devamını oku

21 Ekim 2013 Pazartesi

Cihangir'de

 
 Cihangir’de


  Bütün sanatçıları uykuda mı Cihangir’in? Simitçi ayakkabı boyacısı ile sohbette boş tezgahının ardında. Saat sabah dokuz buçuk. Beklenen simitler yeni geldi. Hayat sabahın yedi buçuğu kıvamında.
   Firuzağa Camii önü. Rehavet her yerde hissediliyor. Fazla anım yok benim bu sokaklarda. Doğru değil! Hatırladığım hiç bir anım yok. Henüz içine girip dolanmamışım. Ne noktasına ,ne virgülüne heyecanla bakmamışım. Önceleri girilemez bir bölgeymiş izleğimde, sonra da girmemi gerektirmeyecek bir yer olmuş.

     “Şu taraf Çukurcuma’ya gider. Bu taraftan Taksim’e çıkarsın. Manzara istiyorsan o tarafa … Peki turşucuyu biliyor musun ?” “Hayır.” “O şu tarafta.”
    ! Şu taraftan gezmeye başlayalım diyen üç kişiyiz. Turşu suyu çekti. Bilincin altı,üstü bir olup şu tarafı seçti. Orada çocukluğumuzdan dem vurup turşu bardağı tokuşturmak var. Şerefe deyip kahkaha atmak. Orada dört olup yola yine üç devam etmek var.

    Kapının hemen önünde pembe zeminde yavrulamaya ramak kalmış bir kedi. Güneş vurmuş üstüne. Bir zaman evvel içeri giren üç büyük, üç çocuk olup çıkmışlar turşu suyu hikmetiyle. Pembe zeminde hamile kedi. Naifiz. İlk “aaaaaa…” yı salıveriyoruz hep bir ağızdan.
    Yol boyunca her fırsatta salıvereceğimiz “aaaaaa…” ların ikincisi ,ama dehşetlisi başımızı kediden yola çevirir çevirmez çıkıveriyor. Bir tabureye oturtulmuş bedensiz ama elbiseli bir cansız manken. Başında siyah fötr şapka, ağzına sokulmuş sigara, eller bilekten kesik, tam önünde,gri asfalt zeminde bir paket Marlboro. Bir kaç canlı adam taburede yanıbaşında. Hayallerindeki kadını ancak bu şekilde oturtabilmişler dizlerinin dibine.Çocukluktan geri sıçrayış. Anne karnına doğru değil, orta yaşlara, belki de biraz daha ötesine. Beynim sağlıklı hareket etmiyor. Etmeyecek de bunu henüz bilmiyorum. Her görüntünün bilinç altımı tetikleyecek sembollerle dolu olacağını belki hissediyorum, ama henüz bilmiyorum.
    Yolun karşısında bir tasarım mağzası. Soluklanma,tekrar uçuşmaya başlama. Yüzde gülümseme bu mağzadan çıkıp sol, sağ, sağ yapıyoruz tarif üzre. Sol, sağ, sağ kırkbeş dakika kadar sürüyor. “aaaaaa…” lar saça saça. Herşeyiyeni keşfediyoruz, şaşırıyoruz arada bir çakılıyoruz.Bu sokaklar hayat gibi. Fazla gevşemeye izin yok; ani bir korna, beklenmedik bir görüntü, akıl ve bilinç sıçraması, dehşet duygusu, zevk ve hayal dünyası.
    Eskiler; suskunlar. Suskunluğu teatral yaşayanlar. Yeniden hayat bulanlar. Camlar ve demirler arkasında çakışmış hayatlar,hikayeler yeniden kurgulanıyor. Baş devamlı binaları aşağıdan yukarı izliyor. Ve şaşırtmıyor artık yeşil kadife antik kanepede boylu boyunca duran tahta at.

     Bir kere “Hiiii…” çıkıyor ağzımdan. “Hiiii… çok ürkütücü!” Bu sefer çıplak bir manken kolları ve bedeninin altı yok. Başında sımsıkı bir deri başlık. Kulakları var mı? diye düşünüyorum. Kamerama saklanıyorum. Kamera görüntüyü çevreden koparıyor. O filme düşüyorum. İzlerken düşüp bayıldığım, unutmayı başaramadığım bir filme. İçimdeki vahşet duygusunu bana onaylatan o filme.

     Haydi dolaşalım dediğimiz andaki kadar masum değilim. Masum olmadığımı hatırladım. Turşucunun önünden geçiyoruz. Kedi yok. Hava bunaltıcı sıcak. Çocuk değilim,yorgunum. Cihangir’de Firuzağa Camii’nin önünde oturup düşünüyorum. Çevre kalabalıklaşmış. Projelerden, film setlerinden konuşuyor insanlar. Arada bir tanıdık sima.
     
     Evet ya! Cihangirdeyim.


                                                                      Ayşecan Kurtay 29/09/2013

Video Ahmet Kömürcüoğlu 
devamını oku

19 Ekim 2013 Cumartesi

Hayalperest


   

   Kaç sayfa okudum? diye düşündü bir ayağı altında, kaykıldığı divanda. Diğer ayağının ucunda terlik, hayallerine eşlik edercesine hafif hafif sallanıyordu.
 Hava bu kadar karlı olmasa kesin uğrardı. Sayfa üzerinde gözleri gezindi. Uğrardı tabii ki. Hem kendi demişti .Yirmi küsur yıl sonra karşılaştığı çocukluk aşkı Serdar; evcilik oyunlarının baş kahramanı Serdar ayak üstü konuştukları alışveriş merkezinde demişti. “Uğrarım, Hatice Ana'nın da ellerini öperim “ demişti. Anası komşuda. Şimdi geliverse diye geçirdi içinden. Kalbi ritmini, terlik sallanmasını arttırdı, bir an sonra da fırlayıverdi sobanın yanına göremediği bir köşeye. 

   Gözleri çıplak ayağına takılı kaldı. " Düz düştüyse gelecek!… Ters düştüyse … … … başka zaman gelecek" dedi hafif bir sesle ve anında da pişman oldu. Hep bilmişti… En son Figen’in oğlunun üniversite sınavında barajı aşamayacağını ters düşen yaprağı izleyip de söylemişti. Tutmuştu ama Figen de bir daha konuşmamıştı. Böylelikle kimseye tahminini söylememeyi de öğrenmişti.Sıkıntı ile kitabın sayfasını kıvırıp bıraktı. Terliğe bakmaya korkuyordu.

   Tek ayağında terlik, diğer ayağının topuğuna basa basa on gündür sabahın köründe hayalleriyle birlikte uyandırdığı sobanın karşısındaki cama yöneldi. Kar durmuştu. Güneşin parlamasında cama yansıyan gözlerine baktı. Siyah saçlarının belirginleştirdiği gözlerine Serdar olup baktı. On günlük iştahsızlığının biçimlendirdiği vucuduna hayranlıkla baktı. Soluğu hızlandı.

Kapı çalındığında kalbi küt küt atıyordu. Yanaklarını al bastı.
 Biliyordum. Saçına giden elinin titremesini engelleyemedi. Sobanın yanından geçerken ayağına terliği geçirmisti bile. Duyduğu terliğin tahta zemine vuruşu mu, kalbinin kulağına çıkışı mı anlayamadı.Yanan elini soğuk tokmakta tuttu. Usulca araladı kapıyı.
 Komşunun kızı Naime… "
-Emine ablam bir kahve içsek de falıma bakıversen hı? Müsait misin?
" Tüm içtenliği ile gülümseyerek açtığı kapı beklenmeyen misafiri içeri çekmişti bile. " 
- Ben de kitap okuyordum…" dedi kekeleyerek.
 Kız içeri girmiş bir şeyler anlatmaya başlamıştı bile. Döndü, Emine' nin yüzüne baktı. "
- Aaaa Emine abla saçlarını siyaha mı boyadın ?" "
- Şey...Daha parlak görünüyor gibi geldi…
" "- İyi olmuş,iyi olmuş… Ama eskisi de güzeldi !"
 -de- kelimesi beyninde yankılandı Emine'nin. Kendini küçücük hissetti. Gelmeyecek! Saçlarımı siyaha boyadığım malum oldu… gelmeyecek. Bilemedim kara kurulardan hoşlanmadığını…mutlaka bir başkası vardır, sarışın, boylu poslu, genç mi genç… 
Mutfak yolu çok uzun ,kendisi her adımla daha yaşlı, daha bodur. Cezvenin sapında eli, Naime'nin anlattıkları kulaklarına ulaşmıyordu bile. 
Kaç sayfa okudumdu?…"
- Emine abla taşıyor…Emine abla…" 
Taşan kahvenin cızırtısı kalbininkine karıştı. Falda da hep ayrılık çıktı.
devamını oku

10 Ekim 2013 Perşembe

Tembel

İtiraf ediyorum ben bir tembelim…O kadar tembelim ki kimse anlamasın diye koştururum bedenimi, ruhum saz çalar…karıncalar arasında tombul bir ağustos böceği…arı kovanında kraliçenin gölgesi…atalet sarayının sultanı…
Söylesem inanmaz burnumdan damlayan teri gören komşum.
Başbaşıma kalacağım o an için dağları devirir stabilize yollar açarım…Sonra mı? Sonra bir kahve yapar yanında da cigara tüttürürüm ve hayal ederim bir sonraki anı…
Ve herşey o hayal içindir bilirim…
devamını oku
Blogger Template by Clairvo