Anasayfa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Şubat 2014 Çarşamba

...




Kahramanlar yarattım ölüp ölüp, dirilen. Hepsi de ben. Hem katil, hem cellat, hem maktül...sahneden sahneye değişen.
devamını oku

10 Şubat 2014 Pazartesi

Suni Kalpler Günü




Sûni kalp gününe dört gün var, farkında mısın? Kırmızının en kırmızısı hediye paketi kılıklı kadınlar ve ağzından salyalar damlarken pahası yüksek hediye tutan adamlar. Yemeniz içmeniz en kralından. Yer ayırtın en lüküs mevkisinde gücünüz yeten restoranların. Herkes şahit olsun! Bunlar bu gece sevişecekler. Ya da boş ver hepsini. Evindeki sofra huzurluysa her gün sevgililer günü ne de olsa.
devamını oku

28 Ocak 2014 Salı

Kelimesi: acayip

Kargaca
Acayip günler bunlar, çok acayip. Anlamlandıramadığım bir direksizlik. Yer, gök sallanıyor. Kelimeler çırılçıplak ama ruhsuz. Karanlık madde merdiven altında bulunmuş da herşeyi yutmuş. Cafe North da nargile tüttürüyorum granny smith aromalı. Yalnız olmama ihtmalim çok yüksek. Bu duyguda yalnız olmama ihtimalim. Kazara yapılmış bir keşif sanki ayaklarımın bastığı. Hem sahipsiz, hem olasıya saldırılan. Saldırırken saydırıyorlar, anlamıyorum. Sanki bir ben Dünyalı. Kalp atışım dolduruyor her yanı. Doğal fenomenler bunlar, yanlış anlıyorsun diyor biri kulağıma. Detaylı haritalara bakalım göreceksin. Gördüklerimi okuyamıyorum. Telefonun ucunda mahallenin bakkalı. "Hastanedeyiz abla! Yardım!" " Hangi hastane? Orası nere?" Eveliyor geveliyor okuyamıyor. Okumak için yardım istiyor. Harfleri bir araya getiremeden eriyor iletişimin konturları...
devamını oku

26 Ocak 2014 Pazar

kelimesi: mangal

kargaca


Mangal gibi bir yüreğim olsa. Tek eksik. Köfteler, şişler, soslar, salatalar hazır. Bir tek cesaret... Melek değilim, Tanrı da. Bugünlerde Tanrı kotası dolmuş, melekler de şamdan süsü. İnsanlık kalmış. Yüreksiz bir insanlık. Gücüm yetmiyor. Karanlıkta göz üstü yatıyorum  boyluboyunca. Hep karanlık. Bir el diyorum, omzuma dokunsa. Önce parmaklarını hissetsem, sonra parmaklarının ucundaki canı, ısıyı. Sadece bir el. Başımı bile kaldırmaya cesaretim yok. Herşey hazır oysa. Haydi! Haydi! Yaşama karşı biraz sadakat. Kalk! Tozu, dumanı at hele de bir otur önce. Parmağımı bile oynatamıyorum. Kesif karanlık. Sonsuza kadar kalacağım böyle. Sonsuz kaç çeker? Sayı mıdır? Nedir? Akut endişelerden bir yer çekimi. Mangal gibi bir yürek mi? Kendimi omzumdan tutup kaldıracak bir yürek. Yüksek basınçta pişiyorum. Portakallı sosla lezzetlendirilip, bir gün önce yenen sushilerin üzerini kaplayacağım dilini bilmediğim çenelerden geçip. Kalk kızım, haydi kalk.
devamını oku

24 Ocak 2014 Cuma

Kelimesi: nine

Kargaca
Ninem almış eline şişi, dolamış boynuna kan kırmızı ipi, şakır şukur örüyor. Odanın loşunda, gözleri sabit bir noktada, takılmış bir hayale, yeniden kurgulaya kurgulaya örüyor. Örülen kazak sözde özne. Doğrular yanlışları götürüyor. Zaman zaman hafifçe duruyor, belli ki açıkta kalan bir yanlış midesini yakıyor. Belki de yukarı kattan sızan müziği dinliyor; deep house. Şişler aksak ritm eşlik ediyor. Beynimde onlarca iş. Omuzlarım ağrıyor. Hepsinin arasına alt kattan sızan lahana kokusu. Pişiren Naciye hanım olsa gerek. Naciye hanım olunca pişiren, pişen de  Brüksel'li olsa gerek. Bu gece bunların hepsini duyuyorum. Ninem örüyor da örüyor. Burgusunu çözüp yeniden bağlıyor, artan bir hışımla örüyor. Üst kat hard rock a geçti. Gitar içimde titriyor. Lahanaya sarımsak da karıştı. Niye duyuyorum bunları? Yanlış bir soru bu çok yanlış.
devamını oku

21 Ocak 2014 Salı

Kış Bitti



Kış bitti... kış bitti. Yaşasın baharın ölümsüzlüğünde pıtrak gibi açan virüsler. Yaşasın herşeye rağmen gribe galebe çalan yatak döşekler. Şimdi dönüşüm zamanı. İki mevsime ayarlı bedenler ve gazın vitaminini emen ciğerler, siste gören gözler doğurma zamanı. Kış bitti... kış bitti!
devamını oku

17 Ocak 2014 Cuma

Kelimesi:yavrum

Yavruuummm! hasta olmuş. Çorba yaptım. Tavuk suyu. Tüm kakınç tavuğun başına patladı. Amerikalı bilir kişiler ispatlamış. Grip olunca tavuk suyu. Kendileriyle görüşmedim. Yazılı basında okudum, dikkatlice yoldum ve buzdolabına tutturdum. Tavuk suyu çorba! Lümpen, ciğerdeldi bir öksürük sarmış herkesi. Beyaz yakalı, şirket patronu, hademe, işli, işssiz herkesin elinde, kolunda, yakasında virüs. Ciğerleri söküyor. Bir garson sakınmadan çatır çatır yemeklere öksürüyor. Yemekler sessiz. Yiyenler bir süre sonra birbirine öksürüyor. Arada birkaçı koluna. Kak olmuş ciğerler, öksürdükçe yapışıyor. İçlerinde dumana yer yok. Boğazlardan geçiş yok. Acı gözlerden fışkırıyor. Egzotik madde köpüren tabletlerle midelere. Mideler köpürüyor da köpürüyor. En kârlı on yatırım : ... 4- Yeni grip aşısı. Ellerde iğne bekliyor sağlıkçılar dudak kenarlarından sızan tükürüğü silerek kollarına. Tavuklar sıra sıra çorba oluyor. Lanetleri öksürük olup dönüyor.
devamını oku

7 Ocak 2014 Salı

Bizimki altı dakikadır yazıyor. Kelimesi: küsûr

Küsûrlu bir kelime çıktı bugün. Ayın yedisi. Dazlak bir sayfaya önce yediyi çizdim, sonra küçük bir çizgi ve küsûr. Şapkalı yazmayı ne severim bu kelimeyi. Cebirim iyi değildi ama resim hep on. Tek notuydu on resim, müzik, milli güvenlik derslerinin. Bir de din. Dayanma ömrü tek karnelik notlar. Loto oynamışcasına merakla beklenen karneler. Bilirsin kırık alma ihtimalinin yüksekliğini, ümid edersin. Ya hoca mutluysa, bir de sevdiğinden evlenme teklifi aldıysa, büyük bir zevkle hayır dediyse. Özgürdür artık. Not verirken de özgürdür kanınca. Mülayim bir bekleyiştir kalp çarpıntısı bedende gizli. Derece ölçerin kırılmasa hasta olmadığını anlayacaktın o son imtihan öncesi. Çalışmamanın sonucu olduğunu. Başın dönmüştür, miden bulanmıştır. Kimyasal analiz yapsalar herşey karma karışık. Notu da bellidir, onlu sistemde dört küsûr. Ya aşağı, ya yukarı yuvarlanacak karnede belliki. Ya hoca mutsuzsa...
devamını oku

4 Ocak 2014 Cumartesi

Kelime: sevgili

Ey sevgilim benim. Kalemim. Gün be gün tükettiğim yine de tükenmez dediğim. Nicedir yerde buluyorum seni. Yolumun üstüne düşüvermiş oluyorsun. Alıp cebime atıveriyorum, kalbim güm güm. Albino bir sayfanın canı olacaksın. Kan akıtacaksın. Delik deşik yolumuz üzerinden sızan hikayeleri toplayacağız. Delik deşik edip benliğimi, kelimeleri dizeceksin karşıma.  İşin zor. Bilincimin vakum pompası! Güvenme tükenmezliğine. Çabucak tükeneceksin. Ve ben acımadan tüketeceğim seni. Hikayelerin sonunu merak ettiğim için yazacağım, yazacağım da yazacağım ipe sapa gelmez sayfalar dolusu satır. Konusuz bir akşama anlam yaratacağım. Vuracağım Tanrısız bir kelimenin tepesine, cücüğünü yiyeceğim. Kahramanımı burnunun ucundaki benden vuracağım sonra da. Ve sana sormayacağım benimle misin diye bir kez bile. Düşmeyeydin yoluma...
devamını oku

8 Aralık 2013 Pazar

Odamda Tek Başıma

  
Loş sıkışmış bir odada birbirimize bakıyoruz. Kesişim alanımız son onbeş yıl. Anneannemi son gördüğüm gün. Birlikte fotoğraf çektiriyor olsak aynı kareye sığmayacak kadar uzağız. Belki bir an. Kahveyi önündeki sehpaya koyduğum o an  çekilmiş olsaydı sepya bir fonda gri elbise ve beyaz saçlı bir geçmiş önünde rengârenk tırnaklı, mini etekli, saçları örgü,renkli bir gelecek olurdu. Merak ederim nasıl görünüyorduk o odada ışık huzmelerinde uçuşan tozlarla. MargueritDuras geçmeseydi raftan elime,tekrar düşünür müydüm bu unutmaya çalıştığım anı bilmiyorum. Kırılma noktası.
O da on beş yaşındaydı. Ama benimki aşktan değildi. Aşktan olsun isterdim elbette. On beş yaşında anneanne ile o sarsıntı anında.
Niye gitmiştim bu heveslisi olmadığım eve tam hatırlayamıyorum.Hikâyeler hafızamda devamlı değişiyor. Annemin anlattıkları, benim anneme anlattıklarım ve yaşadıklarım... Okuduğum hikâyeler, izlediğim filmler bile yeniden yeniden kurguluyor kafamda bu mutsuz anıyı. Gerçek değişmiyor. Onu kurtaramadım. Beynim ne kadar tamir etmeye çalışsa o çocuk yaşta, çocukça hata kahreder beni altmış dört senedir. Hafızam artık zorlanıyor. Her şey gittikçe siliniyor. Farkındayım.

Gri elbisesiyle oturuyordu köşesinde. Bakıcı kadının onu bıraktığı şekilde. Açma sakın denilen kapıyı ilk çalışta açmıştı yine. Suçlu suçlu sinmişti rengini yitirmiş, bir zamanların parlak yağ yeşili kadife koltuğuna. Bu koku ve ağır akan yaşlı zaman. Birkaç lira koparmaktan başka niyeti olmayan bir torun. Değerdi cebime sıkıştıracağı paralara. Sıkıp dişi oturmaya değerdi. Ufacık bir kadın. Saçları öylesine beyaz, teni ise inadına koyu. Esmermiş bir zamanlar. Kaskatı bakışları olan  yaşlı kadının yüzüne bu mutsuz ifade çok genç yaşta yapışmıştı belli ki. Bir gün bir şeylere küsmüş ve kimse gönlünü almaya yanaşmamış, o yüzle de yaşlanmıştı. Bir bana bakarkengördüğü gençliğine gülümsemeye çalışırdı. Yüzü garip bir hal alırdı. Ürkerdim. Hemen sonrasında da gençliğini harçlıkla onurlandırırdı. Rüşvetle gelen gençliğine gerekeni yapardı. “Ben!” derdi... “Ben de senin gibi güzeldim. Şansın bana benzemesin.” Ama hiç bir zaman beni sormazdı. Şimdi şimdi düşünürüm ben onu ne kadar tanıyorsam o beni çok daha az bilirdi. “Anneanne sen hala güzelsin.” Aynaya bakmayalı, camda yansımasını görmeyeli ne kadar olmuştu bilemem. Hep eskiden derdi. Eski kokardı ağzından dökülen birkaç söz.

Odanın içinde derin sessizlik vardı o gün de. Büfedeki tozlu porselen kadın biblosuna mutlaka dokunmuşumdur. Yalnız bir kadın biblosu. Ben ise onun dantelden yapılmış elbisesine dokunurdum. Saatin tok, tik takları. O tükenen zamanını dinliyordu, ben tükenmek bilmeyen zamanı. Bundan eminim.
O havasız, sıcak odada, yaz sıcağında kalın çorapları ve yün kokan elbisesiyle bir yaşlı kadın ve hayatın içine koşmaya hazır  kıpır kıpır bir genç kız. Meğer üşünüyormuş. Yılların varlığı üzerinden eksildikçe insan üşüyormuş.
Diz ağrısının ne demek olduğundan bihaber çocuğa dizlerinin ağrısını anlatıyordu her zamanki gibi. “Annen!” diyordu, “Yine yanlış doktora götürdü beni.” Kız bilmez. Yanlış doktora nasıl götürür profesör anne anlamaz. Sadece oturur. Anlamaya çalışmaz.
Kahve yapayım demişimdir herhalde. O da hiç sekmeden, bıkmadan usanmadan her zaman tarif ettiği gibi kahvenin, cezvenin, fincanın, dantelin, tepsinin, su bardağının ve suyun yerlerini tarif etmiştir bu umursamaz kıza. Kız o kadar umursamaz değildir bu saplanıp kalmış bedene acıyordur. Bu ateşi sönmüş gözlere.
Ne öncesini, ne sonrasını düşünürdüm bu bedenin. Sanki o hep orada anneanne olarak var edilmişti. Hayatında kaç on beş yılı vardı hiç aklıma bile gelmezdi. Bir hayatının, bir geçmişinin olduğunu, sarsmasa da hikâyeleri olduğunu düşünmezdim. İçinden mırıldandığı hangi şarkıydı acaba?

Kahveyi getirmiş, yanındaki sehpaya koymuştum. Odanın sessizliğini dolduran saat sesine karışan o uğultu. Her canlı canlanırmış yer depreşirken. Ayaklarının altındaki toprak öfkeliyken. Yaşlı kadın, o durağan, atıl kadın da canlandı. Bunu çok iyi hatırlıyorum. "Anneanne dur ne yapıyorsun!"diyor bir yandan da haline katıla katıla gülüyordum. Durdurmadım. O uğultulu sallantı arasında yaşlı kadının hırkasını, çantasını, eşarbını, ilaçlarını, iki gümüş aynayı, tansiyon aletini alışını, ağrıyan dizleri ile seke seke koşuşunu anlatacak bir hikâye bulmanın coşkusu ile kahkahalar atarak izliyordum ki şu ana kadar hiç anlatamadım. Gülüyordum. Kapıyı açıp merdivenlere yönelebilecek kadar atik olacağını hiç düşünemedim. Beni bırakabileceğini düşünemedim. Kalan bütün nefeslerini toplayıp kendini dışarı attı. Sarsıntının durduğunu fark etmedik. Merdiven korkulukları sallandı. Yaşlı vücudu, ağrıyan dizler yalpa yalpa, çarpa çarpa yuvarlandı. Saçılmış eşyalarının ortasında hareketsiz kaldı. "Anneanne!" diye seslendiğimi biliyorum. Sonraki dört gün boğazımdan ses çıkma. Güvende olduğunu hissetmek için içine girmekten korktuğu toprağa ayak basmaya çalıştı yaşlı kadın. En azından çabaladı.

Sadece yazmak istedim. Anlatacak sızlanacak çocuklarım olmadı benim. Dizlerim ağrıyor. Benim de yüzümde yapışmış acılar var. Aynaya bakıp görüyorum. Her çizginin derinlerinde geçmiş var. Gençlerin merak etmeyeceği, daha büyüklerin dinlemek istemediği sadece insanın kendisini ihtiyarlatan hikâyeler var.
devamını oku

23 Eylül 2013 Pazartesi

Kağıt İş,2013

            

       "ZAMANI DURDURMA ENSTİTÜSÜ'NDE SAHA ÇALIŞMASI"
Kağıt iş,80x180 cm, 2013

devamını oku

15 Eylül 2013 Pazar

Tırtıl da Yorulur mu Kozada?


Işık az mı?  Ne kadar güzel bir koridor...Işıktan ışığa...
Işık az mı? Bütün parçalar tamam mı? Tik tak, tik tak...
Camekanlar...
Kelebekler camekanlara... Küçükler camekanlara. Işık olsa. Burası koza. Ne güzel bir koridor.
Paketleri açalım... Bu... bu çok iyi.  Işık. Tik tak, tik tak...
Çoğaltmalıyız ışığı . Kelebekler... Dönüşüm zamanı.
Işığı çoğalt.Tik tak, tik tak... Koza yırtılıyor. Yorgun... görüyorum.
Bunu nereye koyalım? Bu çok ağır. Kırmızı kelebek kanıyor...
Tik tak, tik tak... Sor kelebeğe yerinden memnun mu?
Buradakiler şuraya.
Yeşiiiiim yeri oldu mu? Tik tak, tik tak...Yarın ışığı  arttıralım... 
Tırtıl da yorulur mu kozada?

















devamını oku

27 Nisan 2013 Cumartesi

Deli Çınar



"Hiiiiii....." Parkın karşısındaki üç katlı binanın üçüncü kat balkonundan iç çekişi yankılandı deliAyten'in. Kimse dönüp bakmadı.
"Guguklu saat!" diye seslendi köşedeki manav Ahmet,  kese kağıdına üzümleri doldururken. Ayten duymadı. Ali amca duydu. "Yazıktır gülme garibe" dedi kese kağıdını alırken, rahatlamış bir vicdanla.

Kangren saate bu defa balkonda yakalandı Ayten'in sağır, dilsiz ablası Nejla. Kapadı gözlerini alelacele. Ne Ayten kaldı, ne de hergün tekrarlanan çırpınış balkonda.
"Ablaaaa... Sana diyorum ablaaa... Aç gözlerini...
Ablaaa...Bak ne deyeceğim...ablaaa...Birazdan gelecek,tam  karşı banka oturacak “
Koca çınar duydu.
Nejla etrafında dönen huzursuz esintiyi hissetti, gözleri kapalı bekledi. Kendini odasında düşündü. Yorganın hemen altında. Sadece kendi nefesini hissettiği anda. Mahalle sustu. Dinlemek için değil , yoktum der gibi.

" Niye hep boş olur, bi düşünmeyecek.
Neden bir Allah ın kuşu gelip cıvıldamaz tepede, tek bir sallanan kurumuş yaprağı yok,
neden rüzgar bile ara sokaklara dalar da dalını kıpırdatmaz diye düşünmeden oturacak, içimi dağlayacak ablaaaa."
Balkonda huzursuzluk ritmini arttırarak gidip geldi. Yere vurup şakırdayan terlik, Nejlanın midesinin üstünde de titreşti. "Atlasa da aşağı kurtulsak!" düşündü ve üzüldü. Gözkapakları acısını sızdırdı.
"Ablaaa çınar bile küskün çınarlığına bilirim.
Bu kadar güçlü eğilmezligine kızar bilirim.
Bilirim de döker bütün yapraklarını ağlar gibi Eylül e varmadan"

Balkon; demir kafes.
Sokak; sessiz nefes.

"O koca bedeninde iyileşmez yarası durur taptaze;
kurtlar kemirsin de için için, bir anda devrilsin diye.
Beni görür bilirim ablaaa...beni görür...
o gün kenetlenmişti ruhlarımız bilirim."

Kırmızı hırka...göğsünde sıkılı parmakları arasında tortop.

"Nasıl da kendinden emin dimdik tutuyordu o koca gövdesini.
Neler gördüm ben neler der gibi.
Neler gördü ne bileyim abla,ama o gün gördüğünü bilirim, bilmez olaydım!
Suyu kuruyasıca koca çınaaaar!"

Gidip gelmelerin rüzgarı sertleşti. Nejla gözleri kapalı ileri geri sallandı dört ayaklı iskemlede. Anasının kucağında sallandı, baba dayağı yediği fırtınalı günde.
"Hadi şimdi!" dedi için için. " Hadi şimdi" dedi nefes nefes. Sonu gelmedi devinimin.
"Hiiiii....Dimdikti, eğilmezdi ya, 
İbrahimim deli çınarın önündeki banka gelirken,
bana gelirken
yoldan çıkmış bir araba
ve dimdikliğinden vaz geçmeyen  koca çınar arasında ,
gözlerinde ben,
gözlerinde anlayamamanın korkusu,
belki de anlamanın tasası,
kırmızının en koyusu ayrılığın rengi.
Hiiii  ablaaaa...
Yemin billah o gün bugün gözümü ayırmam üstünden.
Kimseler önünde oturamaz hissederde laneti."
Balkonun kıyısından bir  karga geçti pürtelaş. Rüzgarı Ayteninikine karıştı. Nejla bilmedi. Her şey durdu bir anda. "Bitti mi?"  Gözlerini usulca açtı Nejla. Kırmızı hırkasına dolanmış elleri, Ayten demirlerin dibine çömelmiş ileri geri sallanıyor. "Bitmemiş" Kapamadı gözlerini.

"Ama o oturuyor her akşamüstü aynı saatte.
Hiiiii...İşte,geliyor."
Kocaman açılmış gözleri,
yumruk ellerinin ortasından geçen balkon demirleri.
"Bak,bak aldırmadan, emin adımlarla geliyor.
Bin kere ölsem yine gelirim der gibi geliyor.
Adı İbrahim olmalı! Kokusunu da değiştirmiş  olmalı. Hatta tenini, kirpiğini, gözünün rengini. Ama  o gelişi yok mu?...adı mutlaka İbrahim olmalı.
Otur İbrahim otur için rahat olsun. Kuş bile kanadını çırpamaz bilir de varlığımı. Otur sen, o kara kuru kızla buluş!"
"Hah ha haaa haa..." kahkaha çınladı; usulü bilen mahalle geri döndü. Ufak ufak hareketlendi.
"Hah iste göründü köşeden tıngır mıngır.
Onun da adı Zarife olmalı... Hani şu sokak var ya…Zarife…kerhanecinin sokağı.
İşte buluştun. Aldın sıcacık avuçlarına Zarifeninkileri. Tamam işte kalkın gidin, ellerim dondu ayazda. Kimbilir kaç İbrahimim var sırada."

Bir gün mahallenin sessizlik saatleri dozerlerin uğultusuyla doldu...mahalle hep sessiz kaldı. İkinci gün çınarı da çevreleyen çitler çekildi. Çınarın bir karış üst dalları kaldı karşısında Ayten’in. Ayten ileri geri sallanarak balkonda, gözleri açık izledi. Nejla anlamsız sesler çıkararak bağırır oldu hemen yanı başında. Bir hafta sonra çınar yok oldu. Ayten sessiz ağladı, hep ağladı. Nejla ulurcasına bağırdı. Mahalle sustu, hep sustu. Ne duydu, ne gördü.


Ayşecan Kurtay   21/10/12

devamını oku
Blogger Template by Clairvo