Haberci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eylül 2013 Pazar

Tırtıl da Yorulur mu Kozada?


Işık az mı?  Ne kadar güzel bir koridor...Işıktan ışığa...
Işık az mı? Bütün parçalar tamam mı? Tik tak, tik tak...
Camekanlar...
Kelebekler camekanlara... Küçükler camekanlara. Işık olsa. Burası koza. Ne güzel bir koridor.
Paketleri açalım... Bu... bu çok iyi.  Işık. Tik tak, tik tak...
Çoğaltmalıyız ışığı . Kelebekler... Dönüşüm zamanı.
Işığı çoğalt.Tik tak, tik tak... Koza yırtılıyor. Yorgun... görüyorum.
Bunu nereye koyalım? Bu çok ağır. Kırmızı kelebek kanıyor...
Tik tak, tik tak... Sor kelebeğe yerinden memnun mu?
Buradakiler şuraya.
Yeşiiiiim yeri oldu mu? Tik tak, tik tak...Yarın ışığı  arttıralım... 
Tırtıl da yorulur mu kozada?

















devamını oku

14 Haziran 2013 Cuma

Son Tren; İçine Biber Gazı Dolmadan


Son tren 18-Haziran-2013 günü seferini tamamlayacakmış içine biber gazı dolup hatıralarım gölgelenmeden.

Yirmi dört ay tren yokmuş. Değişim kaçınılmaz. Salı günü, tam dört gün sonra içine kumu, kovayı, çocukluğumun bütün anılarını toparlayıp garaja girecekmiş.

Bakırköy’den Florya’ya hareket eden bir tren; plaj coşkusu, havadaki bulutları izleyen cama yapışık çocuk gözler, akşam pespembe olacak yanaklar, anne eli, abla, teyze ve kuzenler, dönüşte bir külah Roma Dondurması…

Bazen Ankara yolu, cebe konan tarçınlı sakız. Çantalarda biraz meyva, börek ve meyva suyu. Aroma; üçgen paket, vişneli.
O tarçınlı sakız; gülerek bakan arap bacı… Aklın cebindedir binersin trene. Biner binmez ağzına atasın vardır, yok atmazsın, en doğru anı beklersin. Yolculuk uzun. Çuf çuf, tıngır mıngır sallana, yana alınacak yol. Cam kenarı. En çok ters oturmayı seversin. İstasyonun yavaşça geride kalışını, yerini ray yollara bırakışını izlemeyi. Yollar akıp gider, aklın cebinde, uykuya dalarsın bir müddet sonra. Başın annenin dizlerinde… Bir hışırtı dolar kulaklarına,çekip getirir seni vagona. Meyva suyu ve börek. Tarçınlı sakız cebinde. Tren varıp indiğinde de çiğnenmemiştir o sakız. Hala en doğru anı bekler, çünkü sadece bir tanedir.

Kum, kova, dondurma, tarçınlı sakız…

Yıllar geçer…Atölyenden çıkarsın. Kadıköy. Vapur iskelelerinin önünden geçersin, insanların arasından. Bir simit veya çatal alırsın. Yol boyu, deniz kenarı çay bahçeleri. Kokusu bile simidine çok yakışır. Hoparlörden kaptan seslenir “Boğaz Turuuuu on dakikaya kadar hareket edecek. Siz de Boğazın güzelliklerinde hoş bir gün geçirmek istiyorsanız katılın. İstanbul Kart, akbil geçerlidir.” Bez afişte yazar : “Bir buçuk saat Boğaz Turu 12 TL “ Martılar hazır peşine takılıp gitmek için. Otobüs duraklarının ardı dizi dizi minibüsler. Önce sağa, sonra sola, tekrar sağa, öne, arkaya, çapraza… Tekrar sakinlik. Haydarpaşa yolu. Son balık ekmek kokusunun da içinden geçip ön taraftan dolaşarak gara girersin. O çok sevdiğin gara. Bütün kokular üstünde iyot, egzoz, balık. Trendesiniz. Kum, kova, dondurma, tarçınlı sakız çoktan orada.

On sekizinde son seferini yapacakmış.
Galiba seviniyorum...


garibim;
ne bir güzel var avutacak gönlümü,
bu şehirde,
ne de bir tanıdık çehre;
bir tren sesi duymaya göreyim,
iki gözüm
iki çeşme.

Orhan Veli Kanık


devamını oku

11 Haziran 2013 Salı

Son Konser



Prof. Dr. Edward Aris ve TRT A Studioda son konser.





12/06/2013  saat:19.30
TRT-Jazz Orkestrası,Harmonica,  Akordeon ve Ağız Mızıkası SololarıTürkiye Radyo Televizyon ve Atatürk Kültür Merkezi sanatçısı Edward Aris, Akordeonu ve grubuyla TRT A Studio'da son konserlerine herkesi bekliyor.
devamını oku

10 Haziran 2013 Pazartesi

LEKE'li Portakal

LEKE grubu, resimlerle çevrilmiş bir bahçe, bir portakal ağacı ve akordeon. 

Selamiçeşme; Fenerli Reis Caddesi, Camii Sokak. Sokağa sapar sapmaz kulakları usulca dolduran akordeon sesi. Adım adım güçlenen ve içine çeken. Hüznü neşesini bastırmış bugün. İnsan sesleri karışıyor melodilere. Küçük bir bahçe. Apartmanlar arasında, apartman altında kafa tutuyor çevreye. Bir de içinde portakal ağacı.
"Şeker Portakalı" ve akordeon. Evet hüzün var bugün havada.      Portakal Ağacının dallarında Gezi Parkı. Meyvalarını vermiş, misket portakallar arasında insan haykırışları. Toprak gölge. Gölgesinde insanlar. Her bir portakalın belleği kaydediyor, akordeon çalıyor.
Alternatif mekanları sergi alanı haline getirmek ; mekanın duygusu ve katkısı veya yıkımı. Bunu yaşayarak hissetmek. LEKE Grubu bahçe sergisi düzenledi. Sergi doğal olarak bir enstalasyona dönüşmüş. Doğal olanın gücü sözünü söylemiş. Resimler yutulup bambaşka bir dille görünür olmuş
Belleğime işleyen bütüne yayılan etki bir müddet sonra her noktayı tek tek incelemeye yönlendirdi. Resimler görünmek için benim de çaba sarf etmem gerektiğini söyledi. Bakınca gördüm. Tek tek hepsini. Üretildikleri alanın dışında, tamamen farklı bir ortamda sunulmuş olan resimler çalışkan ve kararlı bir izleyici istiyor. Her biri steril alanlarda yüceleştirilmeden, moda ikonu haline gelmeden doğanın içinde duruyor. Fark edilme gibi bir talebi yok . Orada insan, ağaç, kedi, resim, şövale... Herşey bir arada. Her biri önemli ve görülmeye değer. O kadar da doğal.

Etkinlik 7-8 Haziran tarihlerindeydi.
Burhan Yıldırım Atölyesi
LEKE Grubu : Hale İsmet, Ayda Alpözen, Binnur Büyükkürkçü, Hafize E. Ortaç, Sema Sevgen, Reyhan Tezer, Güler Özcan, Öznur Karadayı, Asuman Elgöç, Ayşegül C. Akşit, Mihrişah Süerdaş, Şule Ceylan, Birsen A. Özkan, Mine Ülger

Edward Aris
Bir KÜÇÜK Çapulcu
   
 




























devamını oku

27 Nisan 2013 Cumartesi

Deli Çınar



"Hiiiiii....." Parkın karşısındaki üç katlı binanın üçüncü kat balkonundan iç çekişi yankılandı deliAyten'in. Kimse dönüp bakmadı.
"Guguklu saat!" diye seslendi köşedeki manav Ahmet,  kese kağıdına üzümleri doldururken. Ayten duymadı. Ali amca duydu. "Yazıktır gülme garibe" dedi kese kağıdını alırken, rahatlamış bir vicdanla.

Kangren saate bu defa balkonda yakalandı Ayten'in sağır, dilsiz ablası Nejla. Kapadı gözlerini alelacele. Ne Ayten kaldı, ne de hergün tekrarlanan çırpınış balkonda.
"Ablaaaa... Sana diyorum ablaaa... Aç gözlerini...
Ablaaa...Bak ne deyeceğim...ablaaa...Birazdan gelecek,tam  karşı banka oturacak “
Koca çınar duydu.
Nejla etrafında dönen huzursuz esintiyi hissetti, gözleri kapalı bekledi. Kendini odasında düşündü. Yorganın hemen altında. Sadece kendi nefesini hissettiği anda. Mahalle sustu. Dinlemek için değil , yoktum der gibi.

" Niye hep boş olur, bi düşünmeyecek.
Neden bir Allah ın kuşu gelip cıvıldamaz tepede, tek bir sallanan kurumuş yaprağı yok,
neden rüzgar bile ara sokaklara dalar da dalını kıpırdatmaz diye düşünmeden oturacak, içimi dağlayacak ablaaaa."
Balkonda huzursuzluk ritmini arttırarak gidip geldi. Yere vurup şakırdayan terlik, Nejlanın midesinin üstünde de titreşti. "Atlasa da aşağı kurtulsak!" düşündü ve üzüldü. Gözkapakları acısını sızdırdı.
"Ablaaa çınar bile küskün çınarlığına bilirim.
Bu kadar güçlü eğilmezligine kızar bilirim.
Bilirim de döker bütün yapraklarını ağlar gibi Eylül e varmadan"

Balkon; demir kafes.
Sokak; sessiz nefes.

"O koca bedeninde iyileşmez yarası durur taptaze;
kurtlar kemirsin de için için, bir anda devrilsin diye.
Beni görür bilirim ablaaa...beni görür...
o gün kenetlenmişti ruhlarımız bilirim."

Kırmızı hırka...göğsünde sıkılı parmakları arasında tortop.

"Nasıl da kendinden emin dimdik tutuyordu o koca gövdesini.
Neler gördüm ben neler der gibi.
Neler gördü ne bileyim abla,ama o gün gördüğünü bilirim, bilmez olaydım!
Suyu kuruyasıca koca çınaaaar!"

Gidip gelmelerin rüzgarı sertleşti. Nejla gözleri kapalı ileri geri sallandı dört ayaklı iskemlede. Anasının kucağında sallandı, baba dayağı yediği fırtınalı günde.
"Hadi şimdi!" dedi için için. " Hadi şimdi" dedi nefes nefes. Sonu gelmedi devinimin.
"Hiiiii....Dimdikti, eğilmezdi ya, 
İbrahimim deli çınarın önündeki banka gelirken,
bana gelirken
yoldan çıkmış bir araba
ve dimdikliğinden vaz geçmeyen  koca çınar arasında ,
gözlerinde ben,
gözlerinde anlayamamanın korkusu,
belki de anlamanın tasası,
kırmızının en koyusu ayrılığın rengi.
Hiiii  ablaaaa...
Yemin billah o gün bugün gözümü ayırmam üstünden.
Kimseler önünde oturamaz hissederde laneti."
Balkonun kıyısından bir  karga geçti pürtelaş. Rüzgarı Ayteninikine karıştı. Nejla bilmedi. Her şey durdu bir anda. "Bitti mi?"  Gözlerini usulca açtı Nejla. Kırmızı hırkasına dolanmış elleri, Ayten demirlerin dibine çömelmiş ileri geri sallanıyor. "Bitmemiş" Kapamadı gözlerini.

"Ama o oturuyor her akşamüstü aynı saatte.
Hiiiii...İşte,geliyor."
Kocaman açılmış gözleri,
yumruk ellerinin ortasından geçen balkon demirleri.
"Bak,bak aldırmadan, emin adımlarla geliyor.
Bin kere ölsem yine gelirim der gibi geliyor.
Adı İbrahim olmalı! Kokusunu da değiştirmiş  olmalı. Hatta tenini, kirpiğini, gözünün rengini. Ama  o gelişi yok mu?...adı mutlaka İbrahim olmalı.
Otur İbrahim otur için rahat olsun. Kuş bile kanadını çırpamaz bilir de varlığımı. Otur sen, o kara kuru kızla buluş!"
"Hah ha haaa haa..." kahkaha çınladı; usulü bilen mahalle geri döndü. Ufak ufak hareketlendi.
"Hah iste göründü köşeden tıngır mıngır.
Onun da adı Zarife olmalı... Hani şu sokak var ya…Zarife…kerhanecinin sokağı.
İşte buluştun. Aldın sıcacık avuçlarına Zarifeninkileri. Tamam işte kalkın gidin, ellerim dondu ayazda. Kimbilir kaç İbrahimim var sırada."

Bir gün mahallenin sessizlik saatleri dozerlerin uğultusuyla doldu...mahalle hep sessiz kaldı. İkinci gün çınarı da çevreleyen çitler çekildi. Çınarın bir karış üst dalları kaldı karşısında Ayten’in. Ayten ileri geri sallanarak balkonda, gözleri açık izledi. Nejla anlamsız sesler çıkararak bağırır oldu hemen yanı başında. Bir hafta sonra çınar yok oldu. Ayten sessiz ağladı, hep ağladı. Nejla ulurcasına bağırdı. Mahalle sustu, hep sustu. Ne duydu, ne gördü.


Ayşecan Kurtay   21/10/12

devamını oku
Blogger Template by Clairvo