21 Ekim 2013 Pazartesi

Cihangir'de

 
 Cihangir’de


  Bütün sanatçıları uykuda mı Cihangir’in? Simitçi ayakkabı boyacısı ile sohbette boş tezgahının ardında. Saat sabah dokuz buçuk. Beklenen simitler yeni geldi. Hayat sabahın yedi buçuğu kıvamında.
   Firuzağa Camii önü. Rehavet her yerde hissediliyor. Fazla anım yok benim bu sokaklarda. Doğru değil! Hatırladığım hiç bir anım yok. Henüz içine girip dolanmamışım. Ne noktasına ,ne virgülüne heyecanla bakmamışım. Önceleri girilemez bir bölgeymiş izleğimde, sonra da girmemi gerektirmeyecek bir yer olmuş.

     “Şu taraf Çukurcuma’ya gider. Bu taraftan Taksim’e çıkarsın. Manzara istiyorsan o tarafa … Peki turşucuyu biliyor musun ?” “Hayır.” “O şu tarafta.”
    ! Şu taraftan gezmeye başlayalım diyen üç kişiyiz. Turşu suyu çekti. Bilincin altı,üstü bir olup şu tarafı seçti. Orada çocukluğumuzdan dem vurup turşu bardağı tokuşturmak var. Şerefe deyip kahkaha atmak. Orada dört olup yola yine üç devam etmek var.

    Kapının hemen önünde pembe zeminde yavrulamaya ramak kalmış bir kedi. Güneş vurmuş üstüne. Bir zaman evvel içeri giren üç büyük, üç çocuk olup çıkmışlar turşu suyu hikmetiyle. Pembe zeminde hamile kedi. Naifiz. İlk “aaaaaa…” yı salıveriyoruz hep bir ağızdan.
    Yol boyunca her fırsatta salıvereceğimiz “aaaaaa…” ların ikincisi ,ama dehşetlisi başımızı kediden yola çevirir çevirmez çıkıveriyor. Bir tabureye oturtulmuş bedensiz ama elbiseli bir cansız manken. Başında siyah fötr şapka, ağzına sokulmuş sigara, eller bilekten kesik, tam önünde,gri asfalt zeminde bir paket Marlboro. Bir kaç canlı adam taburede yanıbaşında. Hayallerindeki kadını ancak bu şekilde oturtabilmişler dizlerinin dibine.Çocukluktan geri sıçrayış. Anne karnına doğru değil, orta yaşlara, belki de biraz daha ötesine. Beynim sağlıklı hareket etmiyor. Etmeyecek de bunu henüz bilmiyorum. Her görüntünün bilinç altımı tetikleyecek sembollerle dolu olacağını belki hissediyorum, ama henüz bilmiyorum.
    Yolun karşısında bir tasarım mağzası. Soluklanma,tekrar uçuşmaya başlama. Yüzde gülümseme bu mağzadan çıkıp sol, sağ, sağ yapıyoruz tarif üzre. Sol, sağ, sağ kırkbeş dakika kadar sürüyor. “aaaaaa…” lar saça saça. Herşeyiyeni keşfediyoruz, şaşırıyoruz arada bir çakılıyoruz.Bu sokaklar hayat gibi. Fazla gevşemeye izin yok; ani bir korna, beklenmedik bir görüntü, akıl ve bilinç sıçraması, dehşet duygusu, zevk ve hayal dünyası.
    Eskiler; suskunlar. Suskunluğu teatral yaşayanlar. Yeniden hayat bulanlar. Camlar ve demirler arkasında çakışmış hayatlar,hikayeler yeniden kurgulanıyor. Baş devamlı binaları aşağıdan yukarı izliyor. Ve şaşırtmıyor artık yeşil kadife antik kanepede boylu boyunca duran tahta at.

     Bir kere “Hiiii…” çıkıyor ağzımdan. “Hiiii… çok ürkütücü!” Bu sefer çıplak bir manken kolları ve bedeninin altı yok. Başında sımsıkı bir deri başlık. Kulakları var mı? diye düşünüyorum. Kamerama saklanıyorum. Kamera görüntüyü çevreden koparıyor. O filme düşüyorum. İzlerken düşüp bayıldığım, unutmayı başaramadığım bir filme. İçimdeki vahşet duygusunu bana onaylatan o filme.

     Haydi dolaşalım dediğimiz andaki kadar masum değilim. Masum olmadığımı hatırladım. Turşucunun önünden geçiyoruz. Kedi yok. Hava bunaltıcı sıcak. Çocuk değilim,yorgunum. Cihangir’de Firuzağa Camii’nin önünde oturup düşünüyorum. Çevre kalabalıklaşmış. Projelerden, film setlerinden konuşuyor insanlar. Arada bir tanıdık sima.
     
     Evet ya! Cihangirdeyim.


                                                                      Ayşecan Kurtay 29/09/2013

Video Ahmet Kömürcüoğlu 

0 yorum :

Blogger Template by Clairvo