31 Temmuz 2013 Çarşamba

vesvese

Gece beliren, uyku kemiren karafatmalardı beyninde dolaşan. Göz kapaklarından içeri gün ışığı sızdımı en görünmez köşelere kaçışıyorlardı. Şanslı gününde, ruhunda bir iki tanesinin leşini buluyor, seviniyordu. Ölmeden önce son gayret sayısız çoğaldıklarını bilmeden.

0 yorum :

26 Temmuz 2013 Cuma

Dopdolmuş


"... Sanki billur bir pınar
Ruhuma neşe sunar
Kahverengi gözlerin..."

-Ha, ne diyordum... Geçen gün duraktan tek bir yolcuyla kalktım. Allah'ın bir akıllısı yok sokaklarda , dışarıda hissedilen kırkbeş derece , içeride ellibeş.

-Doldurayım mı abi?
-Koy bakalım bir tane daha...aman ha gözüm! Su istemez...iki buz.

-Yolcu şöyle fiyakalı, caf caflı bir hatun. Haybeci birine de benzemiyor, belli okumuş, gün görmüş bol mürekkep yalamış, bizim gibi zırtapoz değil. Çekmiş üstüne lacivert bir elbise, gözlükler, mözlükler... sanırsın İngiltere Prensesi.

-Çiğ köfte bırakayım mı abim?
-Hadi bırak bakalım...Köse mi yaptı bunu?
-Evet abim...

"...Kahverengi gözlerin
Gözlerin yar gözlerin gözlerin..."

-Ha ne diyordum? Suadiye ye doğru yaklaştıydık, ağzını açıp ta tiz bir sesle, " -Şoför bey, müsait bir yerde inebilir miyim acaba?" demez mi?
"-Buralar müsait değil bana göre be ablam... Bostancı ya doğru çay bahçesi var orası müsait, ineriz..." dedim. Seninki kaskatı kaldı. Çaktırmadan aynadan dikiz atıyorum. " - Ayyy ne diyorsun ayol! Çabuk beni indir!" diye tıslamaz mı?

"...Gözlerin yar gözlerin gözlerin..."

-Eeee... Ne dedin?
-Ne diyeceğim... Kafamın tası zıplamış sıcaktan, bir de sesi cızırdıyor "- Hemen su koyuverme be ablam, ortala biraz da sol bek kesmesin." dedim. Anlamadı." Hanım abla! Kelam sallıyoruz öylesine. Yani diyorum ki -miyim,-mıyım...ya gereksiz, güvensiz sual, ya da emir! Ofsayta düşüyorsun!" dedim yine anlamadı.

"...Ufuklar kadar derin
Kahverengi gözlerin
Gözlerin yar gözlerin gözlerin..."

-Hadi Şükran Ablama.
-Ben içmeyeyim be abi.
-Bırak, kelek yapma şimdi, konuşuyoruz, gidersin...Ne diyordum ben?
-Müsait bir yerde inmek isteyen ablayı anlatıyordun.
-Ha tamam... Anladım Suadiye de inmek istiyor, geçmişiz. Bunun yüz alı al, moru mor. "-Suadiye yi geçtik dursana be adam!" diye nakarat sarıyor.
-Durdun her halde?
-Dururmuyum? Bastım gaza! "Ha! hanım abla" dedim. Hani biraz önce şoför beydim?
-Oğlum, ileri gitmişsin, kocası, mocası vardır ,çeker vurur.
-Ne vuracak. Bana dua eder. Kadına net olmayı öğretiyoruz.
-Eeee...
-Seninkinin içindeki aşifte baş gösterdi... Bana sapık mısın, indir çabuk" demeye başladı. "Hah" dedim. olmuyor ama sapık mapık." Kadın koptu ,saydırıyor. " Hoop ağır ol." dedim. "Gelipte bu havada bana müsait bir yer filan dendi mi tepem atar, taksiye diyor musun müsait bir yere kadar götür diye." dedim. Dinleyen kim? Yağdırıyor. "-Güzel ablacım lafıma tabanca sıkma, doğru dürüst ineceğini söyleyene kadar durmayacağım! De! gideceğin yere kadar bırakmayan ciğersizdir." dedim. Dese, evine kadar götürüp bırakacağım, derdimi anlatamıyorum ki.

"...Hani söz vermiştin bana içmeyecektin
Yine başın dumanlı kirpiklerin ıslak
Gözlerin kanlı kanlı ah delikanlı..."

-Deme be abi.
-Feriştahım şaşmış zaten, gözlerini pörtlete pörtlete. "Seni hayatta kimse anlamıyor di mi? dedim. Kocan, çocukların, konun,komşun. Kimse anlamıyor! Bir şeyler geveliyorsun ama anlayan yok di mi?" dedim.

-Ahmet oğlum bir sigara kapsana,hadi koçum!

" Bak bu araba Bostancı ya vardı mı motoru susturur. Gel sen hızlıca bir düşün ne demek istediğini söz gideceğin yere kadar bırakacağım." dedim tekrar. Karı anlamıyor, arızaya bağladı bir kere. Benim okumuş hatun fantezisi yerle bir.
-Abi kocası vuaracak seni.
-Yok be,anlatmaya utanmıştır. Bir daha yazın çalışmayacağım, semeri devirip yatacağım. Ohh azıcık aşım ağrısız başım.

"...O zalimin adını anmayacaktın
İçip içip hep böyle yanacak mısın
Resmini eline alıp bakacak mısın
Yollarına bakıp da ağlayacaksın..."

-Nereye kadar gittiniz böyle?
-Bostancı ya kadar! Ciyakladı durdu kaltak. Bostancı ya gelince tutuşturdum eline 3 Lirasını. " al şu 3.00 TL nı, git şu arabaya anlatmaya çalış ineceğin müsait yeri. Net ol ablam net! Ne meliyorsun inmek için. Al bak 3.00 TLya hayat dersi." dedim. "Bulamazsın.Bundan sonra beyin frekanslarını düzene sok ve net yayın yap. Suadiye de ineceğim şoför bey. O ka. Ben bunu istiyorum, net. Bak hayatın nasıl değişecek. Hadi ablam istediğin yere de şikayet et. Yeter ki ne dediğini tam söyle. Hadi sağlıcakla." dedim.
-Abi! Abi şu takım elbiseli adam sana bakıyor.
-Hangisi?
-Şu işte... Sarışın kadının yanındaki.

"...Hani söz vermiştin bana içmeyecektin
Yine başın dumanlı kirpiklerin ıslak
Gözlerin kanlı kanlı ah delikanlı..."

-....
- Abi! Sarardın...hişttt abi?



0 yorum :

22 Temmuz 2013 Pazartesi

​Ataköy Taşlık Sahaf Kahve...


   
 ​     Ataköy Taşlık Sahaf Kahve...
       Her kelimesi büyülü. Daha ilk kelimesi  bütün çocukluğumu saklıyor. Anneannemin  evinin taşlığı beliriyor diğeriyle. Kokular doluyor ruhuma hemen ardından. Kahve ile hemhal yıllanmış kitap kokusu. Kalbim çarpıyor. İnsan kitapların arasına ne kadar çok yakışıyor.

     Konuşmalar, kahkahalar, mırıltılar, iç sesler. Kaç kişiyiz şu an? Kahramanlar raflarda hayatlarını tekrar ve tekrar yeniden yaşıyor. Omuz omuza, sırt sırta duruyor yazarların ara yüzleri.
     Panait İstrati " Minka Abla". Kitap elimde ama ne zaman aldım, nereden aldım hatırlamıyorum. Çok kalabalık, öyle böyle değil ne çok ses titreşiyor, yankılanıp tekrar tekrar çoğalıyor. Bakarsan kimse konuşmuyor. Onbeş dakika kadar geride kalmış sohbetler, hemhal oluşlar. Dikkatle dinlersen duyarsın; fonu saran yumşacık müzik ve kalem sesleri. Kurşun kelimelere dönüşüyor, kalem elden habersiz varolma çığlıkları ata ata yazıyor.

Minka Abla'yla dışarı çıkıyorum. Dizlerimde oturuyor. Ufak tefek bir şey. Hafif yıpranmış , solgun krem rengi yüzü yıllar içinde beklemekten çillenmiş. Güneş değince biraz canlanıyor. Sessiz sedasız oturuyoruz . Ellerimin arasında, gözlerim kapalı. Kaç el izi saklıyor solgun cildinde hayal ediyorum. Isınıyor, bana alıştı. Yavaşça aralıyorum. Tanışma heyecanı. Yabancılık duygusu. İç sesim kendini ayarlamaya çalışıyor. Ses oturuyor, resimler canlanıyor. Akıp gidiyor satırlar.
" ...
      Minka ile Zamfir'in babası Alekse Vodinoy, kız kardeşi Katerina 'ya hitabederek -Bu günaha bir son vereceğim diyordu. Kadın yarım saatten beri onu dinliyor ve bir duvar gibi susuyordu. Susuşunun sebebi vardı...
                                                            ..."
     Susuşunun sebebi vardı...
     Rüzgarın savurduğu, dumanını dağıtmış bir kül közü düşüyor sayfanın orta yerine. Küçük bir delik oluşuyor. Erafı kara bir delik. İzliyorum. İzleyişimin bir sebebi vardı herhalde. Kelimeler yok oluyor. Harf harf yutuyor delik. Tütüyor.  İki kat, üç kat, dört kat, sayfa sayfa derinleşen bir kuyu. Yutuyor beni. Susuşlarıma fırlatıyor. Nedensiz susuşlarıma. Hiç bir yere varmayan, çözüm olmayan susuşlarıma.

     Küçük bir çocuğun uzaktan gelen çığlığı sarsarak çekip çıkarıyor kuyudan. Hava serin, ürperiyorum. Çay kokusuna sığınmak var şimdi. Kalem seslerinin arasına sokulmak, usulca, köşede kılıfındaki kanuna bakıp neler çalındığını hayal etmek var. Herkes susukun. İç sesler çığlık çığlığa. Kalemler harekette. Burnumda biraz çikolata, en çok da kitap kokusu. Elimde yine Minka Abla. Bırakmıştım bir kenara ne zamanaldım hatırlamıyorum. Ne istiyor acaba benden Minka Abla  Ataköy'de, bu Taşlık Sahaf Kahvede; on, onbeşi göz önünde, yüzlerce yazarın önünde. Bilmiyorum, hiç bilemiyorum.

     Yorulan kalemler şöyle uzanıyor masanın üzerine, doyumlu. Eller rahat, öpülesi. Oturuyor, konuşuyorum. Aslında köşeden olanı seyrediyorum. Sanki bir çok noktada birden varım.  Beni kuyuya atmaya meraklı çok şey var burada.
Zaman mı?
Kokusu tanıdık katmanlı bir zamanın varlığı.
Bütün fotoğraflarım siliniyor makinamdan.
Sadece kokular ve kelimeler…

​                          Ayşecan Kurtay Nisan 2013


VİDEO : Ahmet Kömürcüoğlu
               https://vimeo.com/64428021

0 yorum :

Trende Bomba



     
     Kolumu dirseği ile dürterek "Bırrakıp gıtti! " diyor.


     Dürtmeyi kaza, sözü bir başkasına sandığım için aldırmıyorum. Aldırmayınca ikinci kere daha güçlü dürtüyor. Yana, üzerime doğru eğilerek, sanmalara izin vermeyerek  " Bırrakıp gittı... gorrrdum onu "  Anlamak için, bakışlarımı kitaptan yüzüne çeviriyorum. Gözleriyle işaret ediyor gözlerimin bakması gerektiği yeri. Vagon kapısının yanında büyükçe bir beyaz torba. Tekrar yüzüne bakıyorum. O, torbaya bakıyor. Tedirgin. Yaşı, siyah boyalı saçlarında bir aylık yol almış, beyaz beyaz parlıyor başının etrafında. Yüzündeki çizgileri sayıyorum. Bu ülkenin çizgileri değil, beyaz tende koyu renk kesikler. Kelimelerin ritmi gibi yabancı. Noktalarını kaybetmiş harfler, titreşen r lerin arasından marş gibi çıkıyor. "Gorrrdum onu. Bırr adam bıraktı gıtti. Bırr şey olmasın! " "Yok birşey değildir. " diyorum hafif bir sesle. Niyeyse? Daha emin diyebilirdim. Ama ne adamı gördüm, ne bırakılış anını. Kitabım var elimde. Anın da, olayın da dürtükleyen kadından daha yabancısıyım. Sadece tepkim yerli. "Bir şey değildiiiiir..." Değildir! Bugüne kadar hep bu saatte trene bindim ve evime gittim. Piyangoda büyük ikramiyenin isabet etmemesi kadar doğal bir olasılıkla.



    Kitabıma döndüm. İki satırın ara boşluğu ruhum. Bakıyorum, okuyamıyorum. Ya bir şeyse. Gözlerim bu torbayı fark etmiş bir çift göz daha arıyor. Yerli bir çift göz. Torbayı koyanın sessiz dilini duymuş bir çift yerli göz. Herkes sabit bakışlarla kendi filmlerini seyrediyor iç ekranlarında. Bir kadın biniyor vagona. Reklam arası veriliyor, zapping yapılıyor. Gözler ayak parmaklarına gidiyor önce, sonra diz kapaklarına ve daha yukarıya. Bir kadın ayakkabıya takılı kalmış, bir adam parmaklarda hâlâ, bir diğeri dizlere yeni varmış, diğerleri yüze varmadan geri dönmüş kendi programlarına. Hemen arkasında bırakılmış torba. Beyaz, büyükçe, yıpranmış. İçinde her şey olabilecek bir torba. Bir çekiç, iki kutu çivi, biraz keten ip, eski gazeteler belki. Kirlenmiş bir pantalon, eski bir tişort. Ağır olmalı aslında. Bırakıp gitmiş. Yorgun bir adam. Kadın değil sanki. Bir işçi. Bizim mahallede oturan Şevki Ustaymış mesela. Her zamanki yorgun haliyle, ayağını sürüye sürüye trene kadar gelmiş, o sırada telefonu çalmışmış. " Abim, akbilim bitmiş, fazla var mı?" İş arkadaşı. Biliyor cebinde en fazla üç kuruş olduğunu. Torbasını bırakıp akbil basmaya gitmiş. Trenin son vagonu. Neden hâlâ dönmedi?
    Belki kitap filan vardır. Hayta torbayı bırakıp , sigara mı tüttürüyor dışarıda? Ya da kitap ya da her neyse koyup, arkadaşına " Alo Sami, poşet son vagonda kapının kenarında.Tren şimdi kalkıyor. On dakikaya kadar gelir, orada ol. " mu dedi? Evet öyle demiştir. Kesin!
     
     Belki de... bir bomba.

     Kolumdaki dürtüklenme baskısı iyice artıyor. Canım acıyor, midem bulanıyor. E korkuyorsanız inin demek istiyorum. Diyemiyorum. Yana, üzerine doğru eğilerek, kulağına  aklıma ilk geleni söylüyorum. " Mavi Çarşı! "Anlamıyor. Anlamayınca canı da acımıyor. “Dur dinle daha neler neler anlatacağım… “ diyorum acımadan, utanmadan. Şimdi çok utanıyorum. “Yıllar önce Mavi Çarşı'da da ne büyük bir patlama olmuştu... ölenler, yaralananlar... sorma... “ diyorum. Kadın bu kadar beyaz mıydı? Hangi dünyada yaşıyorsun demek istiyorum. Burada bir bok böceğinin üstündeyiz sülalecek. Ağzını açmadan derisinden emdiği ölü canlarla beslenip, petrol sıçan bir bok böceğinin üstünde. Ve sahip olmak için boktan yaratılan bir geleceğe , çare yok, daha çok ve çabuk çabuk ölmeliyiz... diyemiyorum. Günün birinde bindiğin bir trende bomba patlayacak! Bu kadar basit. Şevki Usta oğluna fabrikadan müdürün hediye ettiği kalemleri götürememiş, kime ne? Hatta karısı Sevil komşu Hayriye ile erişte kesiyormuş, kime ne? Gözü ekranda akan yazıya takılmış.
                             -Haydarpaşa'da büyük patlama!-
İhtimaller tüh tüh tüh , tüh tüh tüh lerle savrulmuş.Akşam olup yemek soğumaya başlayınca, yeni üretilmiş senaryolar kura kura ulaşılamayacak telefonu çaldırmış. Hatta Şevki Usta’nın sofraya gecikmesine küsüp de Gel oğlum biz yiyelim hele demiş. Boğazına takılmış çorbanın eriştesi. İçine ne koyduğunu geçirmiş aklından, savmak için iç kıpırdanmalarını. Yine ulaşılamamış telefonla. Haberler başlamış. Yemenisini çözüp çözüp bağlamış. Bol pudralı bir yüz donuk bakışlarla kimliği tespit edilemeyen ölülerden bahsetmiş… benzine zam geldi der gibi sıradan ve olağan. Başbakan haftalık olağan toplantısında...diye devam ederken kanal değiştirmiş. Zor yuttuğu erişte midesini kaynatmış. Fairy daha çok tabak, daha çok bardak... Geçmiş. Kara kara bakmış ekrandan Alemdarların Polat'ı. Televizyonu kapamış. “Hayriye kız, bir gel hele. İçimde bir sıkıntı var.” demiş. Offbana ne!.. diyeceğim, diyemiyorum. Niye Şevki Ustayı bindirdim ki trene? İndirmem lazım. Ya da ...

     Yeni bir darbe ile gündüz düşümden uyandım.Telefonu çalıyor. Son bir dirsek darbesi daha alıyorum çantasındaki telefon arayışından. Dürtüklenmeyi sevmem. Telefonunu buldu. Fırsattan istifade ayağa kalktım. Sevmem, dürtüklenmeyi hiç sevmem. Telefona endişeli endişeli konuşan sesi geride bırakıp torbaya doğru meyil ediyorum. İçine bakmalıyım göz ucuyla da olsa. Yaklaştıkça torba bombalaşıyor. Bütün iyi olasılıklar siliniyor. Şevki Ustaymış... Ustayı kurtaracakmış ! Sen kendine bak! Kim var, gözü ekrandaki yazıya takılıp da içi sıkılacak? Zeynep nerede ki? diye arayacak… Şu an patlasa… Duruyorum. Arkaya doğru bakınca kadınla göz göze geliyoruz. Bu trendeki en az yabancım, hatta en yakınım. Kolumda varlığını taşıdığım. Yanı başı dolmuş bile. Onu dürtüklemiyor bana bakıyor.  Gözlerinde umut mu parlıyor ne? Bir adım daha atıyorum belli belirsiz; rahat bir yer arıyor edasıyla. Kimse izlemiyor ondan başka. Hâlâ kimse farkında değil. Hâlâ kimse farkımda değil. Elim cebimde. Telefonun anavatanında. Telefon avcumun içinde, sıkı sıkı sarılmışım ucundan, kıyısından bir an, bir şekilde iliştiğim bir avuç dolusu insana. Ama kimi arayacağımı bilemiyorum. Bari Facebook da yerimi bildirsem. En son hareket olarak görürde pudralı spikerin sözleri ile birleştir belki birileri. Saçmalama! Spiker söyleyene kadar anasayfanın dibini boylamış olursun. Üstteki paylaşımda biri yattan denize atlıyordur, alttakinde biri sevgilisine düşünürlerin düşünceleriyle laf sokuyordur. Üç kişi beğenir işte... Haydarpaşa’da olduğunu bildirmiş, emeğe saygı. Biri düşünür belki...Hımmm trene bindiğini söylemek istiyor; iki gün sonra trenler son seferini yapacak; bir protesto, bir kapalı anlatımlı dikkati soruna çekme hareketi... hımmm beğenip destekleyeyim. Öldüm ulan ben! Öldüm... Teşhis edin beni. Bok böceği hazmetmeden teşhis edin işte.  Her adımla elim, kolum, bacağım kopuyor. Bir sonraki adımda bedenim parçalanıyor. İnsanların üzerine saçılıyorum. Gözlük camlarına, elbiselerine, gömleklerine, o kadının ayak parmaklarına, gölgesine, trenin açık kapısından garın duvarlarına. Şu adam kucağındaki kopuk kulağa eğilse içine üflenen ismi duyar. Sonra bu yabancısı olduğu kulağa sıvanmış yaban ama Türkçe sözleri duyar. Belki yardım bile eder.  Kimse benimle kaplandığının farkına varmıyor. Spiker hâlâ konuşuyor. " Yetkililerin yaptığı açıklamaya göre ölü ve yaralıların olduğu, özellikle bir kadının her yere saçıldığı elimize geçen pembe Alix Avien otuz numara ile boyanmış dudak parçasından tespit edilmiş, ancak kadının kimliği tespit edilememiştir. Dudak kenarına yapışık bulunan susama ve rujun sürülüşündeki gelişi güzelliğe bakarak, yetkililer orta karar biri olduğuna kani olmuşlardır. Orta halli bir kadın kaybedenlerin şu, şu, şu numaralara başvurmaları kadının parçaları adına iyi olur.” Kimse aramayacak o numaraları gör... Kimse. Şu yabancı kadın inse trenden de teşhis edecek birileri olsa. Cins bir isim olarak parça pinçik gömüleceğim. Kimse için özel isim olamamışım ya!..

      Ne çok insan ... Bir adım daha; nefesimi tüketiyorlar , bana bir şey bırakmıyorlar. Nefesimi verin. Torbanın yanı başındayım işte. Eğilip bakmam lazım.  Dudaklarım ne zaman koptu. Oysa daha vardı  kopmasına. Çenemden kan aktığını hissediyorum. Kan tutar beni. Nefes alamıyorum. Türkçeyi endişe yaratacak kadar öğrenmiş bir yabancı kadın kolumu morarttı. İçimi, akşamımı morarttı. Yetkili nasıl çağrılır? Trenden inip mi bulacağım yani?  Haykırmak istiyorum. " Ne yapmam gerektiğini bilmiyoruuum!” Annem parmağını sallıyor ayıp çok ama çok ayıp,uslu uslu otur oturduğun yerde! Siz gülüyorsunuz halime nasıl da korktu diye. Birşey yapamıyorum. Haykırmak istediğim yalan. Haykıracak gücüm olsa sorardım herhangi birine. Dilsiz miydim yoksa? O kadından daha dilsiz mi? Kelimelerim var mıydı? Hayır hayır dudaklarım koptu benim. Paramparçayım. Parçalar boğazımı tıkadı . Hâlâ gelmedi bırakan adam, vay hayta vay. Bu sizin mi? Bu sizin mi? Kimse duymuyor. Bu kimin? Makinist! Yetkilileer! Belirsiz bir paket var burada... Yardım edin. Belirsiz bir kadın var, belirsiz bir ruh. Darmadağın duruyor görmüyor musunuz?

     

     Koşuyorlar. Koşarak geliyorlar. Trene yetişiyorlar. Düdük sesi . Kapı kapanıyor. Tren önümden akıp gidiyor. Kadın pencereden bana bakıyor. Gardayım. Dağılan parçalarımın yapıştığı duvarın hemen önünde. Dinliyorum,torbasını kaybeden birilerinin arayışınıduymayı bekliyorum. Kulağım hâlâ adamın kucağında. Dokunsa kalp atışlarımı duyar. Yanıbaşımda beyaz torba. Bekliyoruz. Son bir sigara çekiyor canım. Gözlerim kapalı dumanı ciğerlerime çekiyorum. Bekliyorum. Patla ulan patla! Özel isim olabilirim, patla! Patlamıyor hâlâ. Adi bir hırsızım ben. Açıklasam kim inanır? Kim kurtarır? Patla ulan, patla! Bacaklarım tutsa, usulca uzaklaşsam...Ama önce torbaya bir baksam. Koşuyorlar. Yetkililer bana doğru koşuyorlar. Derin, seksen üç liralık  bir nefes daha çekiyorum sigaramdan...





Ayşecan Temmuz-2013

0 yorum :

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Gri Geri Geldi



     
     
      Bir bahar günüydü. Gri geri geldi.

      Gitmişti. Epey bir vakit önce, deniz mevsimi. Güneş bütün karanlıklarımı aydınlatıyordu. Darlanmış olacak ki çekti gitti bir akşam iyot kokulu, balık masasında.

       Sessiz,sedasız,kedi patisiyle gitti.

       O gün ansızın geri döndü. İçime değen kıvılcımı farkettim. Vakit kaybetmeden dumanını üflemeye başladı. Boğazım tıkandı. Öksürdüm. Ciğerlerimi sökercesine öksürdüm. Ciğerlerimden sökercesine. Nafile. Hiç şüphem kalmadı. Bu oydu. Bana sormadan geldi,kapıyı açtı ki aralık kalmış geceden,istediği yere teklifsiz oturdu. Oturmakla kalmadı iyice kaykıldı,yerleşmeye niyetlendi. Gri geri geldi. İçimi daralttı.

      Gitmemiş miydi yoksa? Gölgelere çekilmiş, gizlemiş, sonsuz döngü.

      Gözlerime ulaşması birkaç gün sürdü,sürmedi. Papatyalar renklerini kaybetti. Kokulara dokunamadı. Gizledim. Ben de onu gizledim fark etmedi. Belki de aldırmadı. Bir an sonra sevdiklerimin yüzlerini, ellerini, kollarını sardı. Herşey tek düze bir grilikte, yıkık-dökük evlerin gölgesinde, tozlu bir otoban. İniş-çıkış yok.
     Avucumu kokladım. Derin derin. Hücre çeperlerine sarılı anılardan kokular bulmaya. Eser miktarda , tek tük. Başım bulandı. Aynada gözümün bebeği bile gri. Bakamadım. Gözlerimi kapattım. Anladım. Uykuya zorluyor beni. Son amacı rüyalara sızmak...

0 yorum :

16 Temmuz 2013 Salı

Kesik Süt


Ilık ,yumşak,güvenli bir keseydi çocukluğum. Sağıldım. Hayatın sertleştirdiği ellerle sağıldım. 

Coşkundum,beyaz,taptaze.


Başımda gökyüzü,içimde kese serhoşluğu.Hoplayıp zıplamışım,deli deli salınmışım bir zaman.Koku yayıp iştahlara dokunmuşum. Bitti.

Serhoşluk bizde de kalmadı. Zamanını doldurdu,usul usul çekildi.Çekilirken topladı tüm dağınıklığı,taşkınlığı.Saf,berrak,dingin. Duruldum.

İşte elim,kolum,varlığım. Yüreğim,gökyüzü bir.
...
...
Derin bir nefeste an'larım. Herşey olmaya oturdum.Bekliyorum.Ne olmam murad ediliyorsa ...bekliyorum.
...
...
Beklerim.Herşey akıyor çevremde. Gözlerim kapalı. Gözlerim açık. Her şey birbirine dönüşüyor. Gölgeler hızla yer değiştiriyor. Gün yükünü almış. Duruyorum.Dururum.
...
...
Etrafta içimi yakan bir düzen,bana dokunmayan. Kesif bir sis kaplamış bütün gözleri. Ben;gören ve görülmeyen.
...
...
Bir sızı. İğnebaşı bir karadelik belki. Kokum,tazeliğim,dinginliğim kayıp gidiyor bir bilinmeze.Bir kurt düştü içeri çırpınıyor. Çırpındıkça ayrışıyorum. Peltelenip dağılıyorum.Dönüşüm beklerken,ölümüm geliyor. Kulağım yaklaşan ses arıyor,onlar kaçıyor.Sağır oluyorum. Kör oluyorum.Hiç tanımadığım bir koku sarıyor etrafımı.Bulanıyorum. Ekşiyorum. Ziyandayım.
...
...
Çiftçinin gözlerinin karası düşüyor üstüme. Gördüğünden memnun.İçimde bir acı. Biraz daha ayrışyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Teslimim.
...
...
Kefenleyip bırakıyorlar bir köşeye. Ne oldu anlamıyorum. İçimde bir kalp çarpıntısı. Tüm safralar akıp gidiyor. Paramparça bedenim sanki bir bütün. Hâlâ varım. Hatta sanki şimdi varım.
...
...
Kefenim dediğim tül perde kalkıyor. Usulca bakıyorum etrafıma. Beni gören gözler. Kara kara,keyifle bakan gözler.
Hızlı değilmiş yolum.Sadece uzun.

Peynirim!

0 yorum :

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Üvey

    Babalık sokaktan eve doğru ilerlerken komşu çocukların başını okşuyordu. Gülümsedim. O eli tanıyordum. Kapı kapanınca dehşet saçan o eli. Galiba üveydi. Ayça'nın da babası üveydi, ama Ayça mutluydu. Babalığı babaydı. Bizimkisi kötü senaryolu filmlerdeki kadar babalık. İyi ki üveydi. Hiç bir kan bağım yoktu pençe parmaklarla. Sizin iyiliğiniz için diyordu. Daha iyi olun diye. Yanlışsınız... ve ben bunu düzelteceğim. Kesin üveydi yoksa canım çok acırdı. Ama bir gün canım acıdı... 
    Bir büyükbabam sevmişti beni. Bir tek büyükbabam. Evimizi de, odamı da yapan Büyükbabam. Ocağımızı kuran. Tanısaydı ölürdü. İyi ki tanımadan öldü. Bana bir defter bırakmıştı. Kalınca. Büyüklerin yazacağı dilden. Başıma gelebilecekleri de, neler yapmam gerektiğini de anlattığı bir defter. Okudum. Anladım. Bir gün babalığın eline geçti. Okudu okudu anlamadı, anlayamadı da hırslandı. Zırva deyip fırlattı camdan aşağı. Canım acıdı. Bağırdım. Avazım çıktığı, gücüm yettiği kadar. Tepindim. O benimdi. Elime geçirdiğim kepçenin sesi çınladı mahallede. Şamar gecikmedi. Ben dedi, daha iyisini yazarım ne var bunda? Alt tarafı kağıt parçası. Oturdu yazmaya. Kargacık burgacık. Yazdı yazdı , okuyamadı. Boş işler bunlar diye gürüldedi. Kapıyı çarpıp çıktı. Komşu çocuğun başını okşadı. Cebinden şeker çıkarıp verdi. Ve gitti...

0 yorum :

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Bursa Kuş Pazarı




    


Abla bizim de foğrafımızı çeksene!
    Hangi kanal?
    Gastede mi çıkcak?
    Oğlum meşhur oluyoruz lan!

    Bir gece takılı kaldığımız Bursa Kuş Pazarı belgeseli beynimizin bir köşesine kazınmış. Yolumuz Bursa'ya düşünce , hafta sonunu da yakalayınca haydi dedik... Kuş Pazarı'na.

    Pazar sabahı Bursa ; Kuş Pazarı
    Pazarın yeni yeri Soğanlı mevkii.

    Muhacir Pazarı' nın önünden geçip Kuş Pazarı'na varıyoruz. Sabah dokuz. En güzel kuşlar sabah altı civarında burada olur, el değiştirir diyor pazarın gediklisi.
    Başka kapıdan girseydik, ilk algım farklı olurdu belki. Ama giriş tek. Bacaklarından birbirine bağlı tavuklar, horazlar... Bir torbaya tıkılmış başı açıkta bir kaz. Bembeyaz. Sanki bir savaş muhabiriyim; esir kampına sürünerek girmişim. Gözlerime bakıyorlar, ben birşey yapamıyorum... Sadece fotoğraflarını çekiyorum. Sadece gidip sevebiliyorum, başlarını okşuyorum. Utanıyorum bir an. Patlamış mısır yiyerek mi seyretmiştim? Doğal yaşamlarında mı göreceğimi sanıyordum? Piliç çevirmenin önünden geçerken kokusunu içime çeken ben değilim sanki. Böyle karar veriliyor vejeteryanlığa ilk defa hissettim.

    Arada bıçkın bir delikanlı laf atıyor çıkarıyor beni karanlığımdan. Abla bak sana bir tane güvercin göstereceğim hiç gördün mü böyle bir şey? Eline aldığı güvercini öpüyor önce. Gözlerim açılıyor, inanamıyorum. Beyaz kürk paltosunun yakalarını kaldırmış boynuna kadar çekmiş bir siyah güvercin. Giydirilmiş gibi. Bir başkası avcunda tuttuğunu uzatıyor bak bu Japon! Gözleri inadına yusyuvarlak, kocaman açılmış bir güvercin gözlerimin içine bakıyor onaylarcasına. Evet ben Japonum.


    Abla hangi kanal?
    Kanal değil internete koyarım.
    Hangi site?


    Sorular hep yeni birini doğuruyor. Kuşlarla , satıcılar yarış halinde. Göğüslerini kabartarak gösteriyorlar kendilerini ve kafesleri. Bizimkiler on numara. Bir saatliğine girdiğimiz kuş pazarında üç buçuk saat geçiriyoruz. Sabah serinliğinden eser kalmıyor, güneş yakıyor. Tente kuramayan satıcılar kuşlarıyla birlikte güneşin altında bir umut bekliyorlar.

    Küçük kuşlar ... Stresli ve perişan görünüyorlar.
    Bunlar kaçak geliyor abla.
    E alıp satmasanız kaçak da gelmez. Ense tüyleri yok mu?
    Uyum sağlamaya çalışıyorlar... Çoğu telef olur zaten.
    
    Güvercinler daha şanslı.
    Yürüyorum. Kafes, kafes, kafes. Paçalı paçalı.
    Kaç sene yaşar bu güvercinler?

    Bakımına bağlı abla. Uludağ'da yaşayanla ben bir olur muyum? Adam sekseninde zımba gibi, ben kırklarımın sonunda; şeker var, kolestrol var, böbrek yetmezliği var.
    E doğru söylüyorsun.
    On-on beş sene yaşar iyi bakılırsa.
    Yok abla yirmi sene yaşar ya... Kafeste tutulmazsa.
    Ben yirmi beş yaşında gördüm abla.

    
    Güvercinler, muhabbet kuşları, tavuklar, horozlar, köy yumurtaları... Çeşitler, renkler... Fantastik bir dünya. Sarsıyor. Muhteşem kuşlar var. Sevilerek bakıldığı yerlere selam olsun... Gerçek kuş sever; severek , öperek gösteriyor güvercinleri . Hepsi de hallerinden memnun. Kameraya bile poz veriyorlar. İnsanlar, güvercinler harman olmuş. Arada hissedilen güçlü bir bağ var. İlk andaki şaşkınlığım çoktan yok olmuş.

    Sadece hayvanları kötü şartlarda bekletenlere sitemim. Ve yolunuz düşerse bir pazar sabahı Bursa'ya, görülmeye değer derim.























0 yorum :

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Doğayı Seviyorum





Yağmur kokusu sarmıştı her yanı. "Doğayı seviyorum." diyordu çürük otların altında kalan yavru kedi leşinin üstündeki böceklere bakarak... Ve doğruyu söylüyordu. 

0 yorum :

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Gitti, öldü.


Yarın gelmeliydi.
Aslında dün gelecekti. Aradı.
"Bugün gelebilir miyim? " dedi. Bir anda, öylesine. Üzerinden  yedi ay, beş gün  geçmemiş gibi. Memlekete gidiyorum, işlerimi halledip geleceğim dememiş gibi. Heyecanlanmayacakmışım gibi.
Heyecandan ölecektim. Gelseydi ölürdüm. 

"Bugün gelme , yarın gel!" dedim. Kalbim sıkıştı, sesim kurudu. Durdu. Telefonun ucunda sessizlik kaldı. Pişman oldum. 
"Olur."dedi. Sesi harflerini kaybetmişti, bulamıyordu. İğne deliği boşluk yutuyordu herşeyi canı, an'ı. Tekrar "Olur."dedi. Bekledim başka hiç bir şey demedi. 
"Yarın gel. "dedim tekrar. O çukura  benim de kelimelerim düşüyordu. Yeni bir cümle bulamadım. Düşüşlerini duydum. Düşen her kelimenin boşluğu kalp çarpıntımla doldu. Telefonu kapadım. Defalarca tekrar ettim ve o olup dinledim. Anlamış mıydı? Anlamadım. Bugün gelse ölürdüm. Anlamış mıydı? Öfke zannetti, hınç zannetti, kapris zannetti. Aşktı. Bekleyişti. "Ne olur yarın gelsin"di. Yedi ay, beş gün ölmeden yarını beklemekti.
"Bugün geleyim."dedi. Ölürdüm. 
"Yarın gel ."dedim... sadece "Yarın gel." 
"Olur." dedi.
Gelmedi. 
Gelemedi...

2 yorum :

...

          



                       Gelme! demeseydi, gitmezdim.

0 yorum :

Blogger Template by Clairvo