22 Temmuz 2013 Pazartesi

​Ataköy Taşlık Sahaf Kahve...


   
 ​     Ataköy Taşlık Sahaf Kahve...
       Her kelimesi büyülü. Daha ilk kelimesi  bütün çocukluğumu saklıyor. Anneannemin  evinin taşlığı beliriyor diğeriyle. Kokular doluyor ruhuma hemen ardından. Kahve ile hemhal yıllanmış kitap kokusu. Kalbim çarpıyor. İnsan kitapların arasına ne kadar çok yakışıyor.

     Konuşmalar, kahkahalar, mırıltılar, iç sesler. Kaç kişiyiz şu an? Kahramanlar raflarda hayatlarını tekrar ve tekrar yeniden yaşıyor. Omuz omuza, sırt sırta duruyor yazarların ara yüzleri.
     Panait İstrati " Minka Abla". Kitap elimde ama ne zaman aldım, nereden aldım hatırlamıyorum. Çok kalabalık, öyle böyle değil ne çok ses titreşiyor, yankılanıp tekrar tekrar çoğalıyor. Bakarsan kimse konuşmuyor. Onbeş dakika kadar geride kalmış sohbetler, hemhal oluşlar. Dikkatle dinlersen duyarsın; fonu saran yumşacık müzik ve kalem sesleri. Kurşun kelimelere dönüşüyor, kalem elden habersiz varolma çığlıkları ata ata yazıyor.

Minka Abla'yla dışarı çıkıyorum. Dizlerimde oturuyor. Ufak tefek bir şey. Hafif yıpranmış , solgun krem rengi yüzü yıllar içinde beklemekten çillenmiş. Güneş değince biraz canlanıyor. Sessiz sedasız oturuyoruz . Ellerimin arasında, gözlerim kapalı. Kaç el izi saklıyor solgun cildinde hayal ediyorum. Isınıyor, bana alıştı. Yavaşça aralıyorum. Tanışma heyecanı. Yabancılık duygusu. İç sesim kendini ayarlamaya çalışıyor. Ses oturuyor, resimler canlanıyor. Akıp gidiyor satırlar.
" ...
      Minka ile Zamfir'in babası Alekse Vodinoy, kız kardeşi Katerina 'ya hitabederek -Bu günaha bir son vereceğim diyordu. Kadın yarım saatten beri onu dinliyor ve bir duvar gibi susuyordu. Susuşunun sebebi vardı...
                                                            ..."
     Susuşunun sebebi vardı...
     Rüzgarın savurduğu, dumanını dağıtmış bir kül közü düşüyor sayfanın orta yerine. Küçük bir delik oluşuyor. Erafı kara bir delik. İzliyorum. İzleyişimin bir sebebi vardı herhalde. Kelimeler yok oluyor. Harf harf yutuyor delik. Tütüyor.  İki kat, üç kat, dört kat, sayfa sayfa derinleşen bir kuyu. Yutuyor beni. Susuşlarıma fırlatıyor. Nedensiz susuşlarıma. Hiç bir yere varmayan, çözüm olmayan susuşlarıma.

     Küçük bir çocuğun uzaktan gelen çığlığı sarsarak çekip çıkarıyor kuyudan. Hava serin, ürperiyorum. Çay kokusuna sığınmak var şimdi. Kalem seslerinin arasına sokulmak, usulca, köşede kılıfındaki kanuna bakıp neler çalındığını hayal etmek var. Herkes susukun. İç sesler çığlık çığlığa. Kalemler harekette. Burnumda biraz çikolata, en çok da kitap kokusu. Elimde yine Minka Abla. Bırakmıştım bir kenara ne zamanaldım hatırlamıyorum. Ne istiyor acaba benden Minka Abla  Ataköy'de, bu Taşlık Sahaf Kahvede; on, onbeşi göz önünde, yüzlerce yazarın önünde. Bilmiyorum, hiç bilemiyorum.

     Yorulan kalemler şöyle uzanıyor masanın üzerine, doyumlu. Eller rahat, öpülesi. Oturuyor, konuşuyorum. Aslında köşeden olanı seyrediyorum. Sanki bir çok noktada birden varım.  Beni kuyuya atmaya meraklı çok şey var burada.
Zaman mı?
Kokusu tanıdık katmanlı bir zamanın varlığı.
Bütün fotoğraflarım siliniyor makinamdan.
Sadece kokular ve kelimeler…

​                          Ayşecan Kurtay Nisan 2013


VİDEO : Ahmet Kömürcüoğlu
               https://vimeo.com/64428021

0 yorum :

Blogger Template by Clairvo