22 Temmuz 2013 Pazartesi

Trende Bomba



     
     Kolumu dirseği ile dürterek "Bırrakıp gıtti! " diyor.


     Dürtmeyi kaza, sözü bir başkasına sandığım için aldırmıyorum. Aldırmayınca ikinci kere daha güçlü dürtüyor. Yana, üzerime doğru eğilerek, sanmalara izin vermeyerek  " Bırrakıp gittı... gorrrdum onu "  Anlamak için, bakışlarımı kitaptan yüzüne çeviriyorum. Gözleriyle işaret ediyor gözlerimin bakması gerektiği yeri. Vagon kapısının yanında büyükçe bir beyaz torba. Tekrar yüzüne bakıyorum. O, torbaya bakıyor. Tedirgin. Yaşı, siyah boyalı saçlarında bir aylık yol almış, beyaz beyaz parlıyor başının etrafında. Yüzündeki çizgileri sayıyorum. Bu ülkenin çizgileri değil, beyaz tende koyu renk kesikler. Kelimelerin ritmi gibi yabancı. Noktalarını kaybetmiş harfler, titreşen r lerin arasından marş gibi çıkıyor. "Gorrrdum onu. Bırr adam bıraktı gıtti. Bırr şey olmasın! " "Yok birşey değildir. " diyorum hafif bir sesle. Niyeyse? Daha emin diyebilirdim. Ama ne adamı gördüm, ne bırakılış anını. Kitabım var elimde. Anın da, olayın da dürtükleyen kadından daha yabancısıyım. Sadece tepkim yerli. "Bir şey değildiiiiir..." Değildir! Bugüne kadar hep bu saatte trene bindim ve evime gittim. Piyangoda büyük ikramiyenin isabet etmemesi kadar doğal bir olasılıkla.



    Kitabıma döndüm. İki satırın ara boşluğu ruhum. Bakıyorum, okuyamıyorum. Ya bir şeyse. Gözlerim bu torbayı fark etmiş bir çift göz daha arıyor. Yerli bir çift göz. Torbayı koyanın sessiz dilini duymuş bir çift yerli göz. Herkes sabit bakışlarla kendi filmlerini seyrediyor iç ekranlarında. Bir kadın biniyor vagona. Reklam arası veriliyor, zapping yapılıyor. Gözler ayak parmaklarına gidiyor önce, sonra diz kapaklarına ve daha yukarıya. Bir kadın ayakkabıya takılı kalmış, bir adam parmaklarda hâlâ, bir diğeri dizlere yeni varmış, diğerleri yüze varmadan geri dönmüş kendi programlarına. Hemen arkasında bırakılmış torba. Beyaz, büyükçe, yıpranmış. İçinde her şey olabilecek bir torba. Bir çekiç, iki kutu çivi, biraz keten ip, eski gazeteler belki. Kirlenmiş bir pantalon, eski bir tişort. Ağır olmalı aslında. Bırakıp gitmiş. Yorgun bir adam. Kadın değil sanki. Bir işçi. Bizim mahallede oturan Şevki Ustaymış mesela. Her zamanki yorgun haliyle, ayağını sürüye sürüye trene kadar gelmiş, o sırada telefonu çalmışmış. " Abim, akbilim bitmiş, fazla var mı?" İş arkadaşı. Biliyor cebinde en fazla üç kuruş olduğunu. Torbasını bırakıp akbil basmaya gitmiş. Trenin son vagonu. Neden hâlâ dönmedi?
    Belki kitap filan vardır. Hayta torbayı bırakıp , sigara mı tüttürüyor dışarıda? Ya da kitap ya da her neyse koyup, arkadaşına " Alo Sami, poşet son vagonda kapının kenarında.Tren şimdi kalkıyor. On dakikaya kadar gelir, orada ol. " mu dedi? Evet öyle demiştir. Kesin!
     
     Belki de... bir bomba.

     Kolumdaki dürtüklenme baskısı iyice artıyor. Canım acıyor, midem bulanıyor. E korkuyorsanız inin demek istiyorum. Diyemiyorum. Yana, üzerine doğru eğilerek, kulağına  aklıma ilk geleni söylüyorum. " Mavi Çarşı! "Anlamıyor. Anlamayınca canı da acımıyor. “Dur dinle daha neler neler anlatacağım… “ diyorum acımadan, utanmadan. Şimdi çok utanıyorum. “Yıllar önce Mavi Çarşı'da da ne büyük bir patlama olmuştu... ölenler, yaralananlar... sorma... “ diyorum. Kadın bu kadar beyaz mıydı? Hangi dünyada yaşıyorsun demek istiyorum. Burada bir bok böceğinin üstündeyiz sülalecek. Ağzını açmadan derisinden emdiği ölü canlarla beslenip, petrol sıçan bir bok böceğinin üstünde. Ve sahip olmak için boktan yaratılan bir geleceğe , çare yok, daha çok ve çabuk çabuk ölmeliyiz... diyemiyorum. Günün birinde bindiğin bir trende bomba patlayacak! Bu kadar basit. Şevki Usta oğluna fabrikadan müdürün hediye ettiği kalemleri götürememiş, kime ne? Hatta karısı Sevil komşu Hayriye ile erişte kesiyormuş, kime ne? Gözü ekranda akan yazıya takılmış.
                             -Haydarpaşa'da büyük patlama!-
İhtimaller tüh tüh tüh , tüh tüh tüh lerle savrulmuş.Akşam olup yemek soğumaya başlayınca, yeni üretilmiş senaryolar kura kura ulaşılamayacak telefonu çaldırmış. Hatta Şevki Usta’nın sofraya gecikmesine küsüp de Gel oğlum biz yiyelim hele demiş. Boğazına takılmış çorbanın eriştesi. İçine ne koyduğunu geçirmiş aklından, savmak için iç kıpırdanmalarını. Yine ulaşılamamış telefonla. Haberler başlamış. Yemenisini çözüp çözüp bağlamış. Bol pudralı bir yüz donuk bakışlarla kimliği tespit edilemeyen ölülerden bahsetmiş… benzine zam geldi der gibi sıradan ve olağan. Başbakan haftalık olağan toplantısında...diye devam ederken kanal değiştirmiş. Zor yuttuğu erişte midesini kaynatmış. Fairy daha çok tabak, daha çok bardak... Geçmiş. Kara kara bakmış ekrandan Alemdarların Polat'ı. Televizyonu kapamış. “Hayriye kız, bir gel hele. İçimde bir sıkıntı var.” demiş. Offbana ne!.. diyeceğim, diyemiyorum. Niye Şevki Ustayı bindirdim ki trene? İndirmem lazım. Ya da ...

     Yeni bir darbe ile gündüz düşümden uyandım.Telefonu çalıyor. Son bir dirsek darbesi daha alıyorum çantasındaki telefon arayışından. Dürtüklenmeyi sevmem. Telefonunu buldu. Fırsattan istifade ayağa kalktım. Sevmem, dürtüklenmeyi hiç sevmem. Telefona endişeli endişeli konuşan sesi geride bırakıp torbaya doğru meyil ediyorum. İçine bakmalıyım göz ucuyla da olsa. Yaklaştıkça torba bombalaşıyor. Bütün iyi olasılıklar siliniyor. Şevki Ustaymış... Ustayı kurtaracakmış ! Sen kendine bak! Kim var, gözü ekrandaki yazıya takılıp da içi sıkılacak? Zeynep nerede ki? diye arayacak… Şu an patlasa… Duruyorum. Arkaya doğru bakınca kadınla göz göze geliyoruz. Bu trendeki en az yabancım, hatta en yakınım. Kolumda varlığını taşıdığım. Yanı başı dolmuş bile. Onu dürtüklemiyor bana bakıyor.  Gözlerinde umut mu parlıyor ne? Bir adım daha atıyorum belli belirsiz; rahat bir yer arıyor edasıyla. Kimse izlemiyor ondan başka. Hâlâ kimse farkında değil. Hâlâ kimse farkımda değil. Elim cebimde. Telefonun anavatanında. Telefon avcumun içinde, sıkı sıkı sarılmışım ucundan, kıyısından bir an, bir şekilde iliştiğim bir avuç dolusu insana. Ama kimi arayacağımı bilemiyorum. Bari Facebook da yerimi bildirsem. En son hareket olarak görürde pudralı spikerin sözleri ile birleştir belki birileri. Saçmalama! Spiker söyleyene kadar anasayfanın dibini boylamış olursun. Üstteki paylaşımda biri yattan denize atlıyordur, alttakinde biri sevgilisine düşünürlerin düşünceleriyle laf sokuyordur. Üç kişi beğenir işte... Haydarpaşa’da olduğunu bildirmiş, emeğe saygı. Biri düşünür belki...Hımmm trene bindiğini söylemek istiyor; iki gün sonra trenler son seferini yapacak; bir protesto, bir kapalı anlatımlı dikkati soruna çekme hareketi... hımmm beğenip destekleyeyim. Öldüm ulan ben! Öldüm... Teşhis edin beni. Bok böceği hazmetmeden teşhis edin işte.  Her adımla elim, kolum, bacağım kopuyor. Bir sonraki adımda bedenim parçalanıyor. İnsanların üzerine saçılıyorum. Gözlük camlarına, elbiselerine, gömleklerine, o kadının ayak parmaklarına, gölgesine, trenin açık kapısından garın duvarlarına. Şu adam kucağındaki kopuk kulağa eğilse içine üflenen ismi duyar. Sonra bu yabancısı olduğu kulağa sıvanmış yaban ama Türkçe sözleri duyar. Belki yardım bile eder.  Kimse benimle kaplandığının farkına varmıyor. Spiker hâlâ konuşuyor. " Yetkililerin yaptığı açıklamaya göre ölü ve yaralıların olduğu, özellikle bir kadının her yere saçıldığı elimize geçen pembe Alix Avien otuz numara ile boyanmış dudak parçasından tespit edilmiş, ancak kadının kimliği tespit edilememiştir. Dudak kenarına yapışık bulunan susama ve rujun sürülüşündeki gelişi güzelliğe bakarak, yetkililer orta karar biri olduğuna kani olmuşlardır. Orta halli bir kadın kaybedenlerin şu, şu, şu numaralara başvurmaları kadının parçaları adına iyi olur.” Kimse aramayacak o numaraları gör... Kimse. Şu yabancı kadın inse trenden de teşhis edecek birileri olsa. Cins bir isim olarak parça pinçik gömüleceğim. Kimse için özel isim olamamışım ya!..

      Ne çok insan ... Bir adım daha; nefesimi tüketiyorlar , bana bir şey bırakmıyorlar. Nefesimi verin. Torbanın yanı başındayım işte. Eğilip bakmam lazım.  Dudaklarım ne zaman koptu. Oysa daha vardı  kopmasına. Çenemden kan aktığını hissediyorum. Kan tutar beni. Nefes alamıyorum. Türkçeyi endişe yaratacak kadar öğrenmiş bir yabancı kadın kolumu morarttı. İçimi, akşamımı morarttı. Yetkili nasıl çağrılır? Trenden inip mi bulacağım yani?  Haykırmak istiyorum. " Ne yapmam gerektiğini bilmiyoruuum!” Annem parmağını sallıyor ayıp çok ama çok ayıp,uslu uslu otur oturduğun yerde! Siz gülüyorsunuz halime nasıl da korktu diye. Birşey yapamıyorum. Haykırmak istediğim yalan. Haykıracak gücüm olsa sorardım herhangi birine. Dilsiz miydim yoksa? O kadından daha dilsiz mi? Kelimelerim var mıydı? Hayır hayır dudaklarım koptu benim. Paramparçayım. Parçalar boğazımı tıkadı . Hâlâ gelmedi bırakan adam, vay hayta vay. Bu sizin mi? Bu sizin mi? Kimse duymuyor. Bu kimin? Makinist! Yetkilileer! Belirsiz bir paket var burada... Yardım edin. Belirsiz bir kadın var, belirsiz bir ruh. Darmadağın duruyor görmüyor musunuz?

     

     Koşuyorlar. Koşarak geliyorlar. Trene yetişiyorlar. Düdük sesi . Kapı kapanıyor. Tren önümden akıp gidiyor. Kadın pencereden bana bakıyor. Gardayım. Dağılan parçalarımın yapıştığı duvarın hemen önünde. Dinliyorum,torbasını kaybeden birilerinin arayışınıduymayı bekliyorum. Kulağım hâlâ adamın kucağında. Dokunsa kalp atışlarımı duyar. Yanıbaşımda beyaz torba. Bekliyoruz. Son bir sigara çekiyor canım. Gözlerim kapalı dumanı ciğerlerime çekiyorum. Bekliyorum. Patla ulan patla! Özel isim olabilirim, patla! Patlamıyor hâlâ. Adi bir hırsızım ben. Açıklasam kim inanır? Kim kurtarır? Patla ulan, patla! Bacaklarım tutsa, usulca uzaklaşsam...Ama önce torbaya bir baksam. Koşuyorlar. Yetkililer bana doğru koşuyorlar. Derin, seksen üç liralık  bir nefes daha çekiyorum sigaramdan...





Ayşecan Temmuz-2013

0 yorum :

Blogger Template by Clairvo