19 Şubat 2014 Çarşamba
10 Şubat 2014 Pazartesi
Sûni kalp gününe dört gün var, farkında mısın? Kırmızının en kırmızısı hediye paketi kılıklı kadınlar ve ağzından salyalar damlarken pahası yüksek hediye tutan adamlar. Yemeniz içmeniz en kralından. Yer ayırtın en lüküs mevkisinde gücünüz yeten restoranların. Herkes şahit olsun! Bunlar bu gece sevişecekler. Ya da boş ver hepsini. Evindeki sofra huzurluysa her gün sevgililer günü ne de olsa.
28 Ocak 2014 Salı
Acayip günler bunlar, çok acayip. Anlamlandıramadığım bir direksizlik. Yer, gök sallanıyor. Kelimeler çırılçıplak ama ruhsuz. Karanlık madde merdiven altında bulunmuş da herşeyi yutmuş. Cafe North da nargile tüttürüyorum granny smith aromalı. Yalnız olmama ihtmalim çok yüksek. Bu duyguda yalnız olmama ihtimalim. Kazara yapılmış bir keşif sanki ayaklarımın bastığı. Hem sahipsiz, hem olasıya saldırılan. Saldırırken saydırıyorlar, anlamıyorum. Sanki bir ben Dünyalı. Kalp atışım dolduruyor her yanı. Doğal fenomenler bunlar, yanlış anlıyorsun diyor biri kulağıma. Detaylı haritalara bakalım göreceksin. Gördüklerimi okuyamıyorum. Telefonun ucunda mahallenin bakkalı. "Hastanedeyiz abla! Yardım!" " Hangi hastane? Orası nere?" Eveliyor geveliyor okuyamıyor. Okumak için yardım istiyor. Harfleri bir araya getiremeden eriyor iletişimin konturları...
26 Ocak 2014 Pazar
Mangal gibi bir yüreğim olsa. Tek eksik. Köfteler, şişler, soslar, salatalar hazır. Bir tek cesaret... Melek değilim, Tanrı da. Bugünlerde Tanrı kotası dolmuş, melekler de şamdan süsü. İnsanlık kalmış. Yüreksiz bir insanlık. Gücüm yetmiyor. Karanlıkta göz üstü yatıyorum boyluboyunca. Hep karanlık. Bir el diyorum, omzuma dokunsa. Önce parmaklarını hissetsem, sonra parmaklarının ucundaki canı, ısıyı. Sadece bir el. Başımı bile kaldırmaya cesaretim yok. Herşey hazır oysa. Haydi! Haydi! Yaşama karşı biraz sadakat. Kalk! Tozu, dumanı at hele de bir otur önce. Parmağımı bile oynatamıyorum. Kesif karanlık. Sonsuza kadar kalacağım böyle. Sonsuz kaç çeker? Sayı mıdır? Nedir? Akut endişelerden bir yer çekimi. Mangal gibi bir yürek mi? Kendimi omzumdan tutup kaldıracak bir yürek. Yüksek basınçta pişiyorum. Portakallı sosla lezzetlendirilip, bir gün önce yenen sushilerin üzerini kaplayacağım dilini bilmediğim çenelerden geçip. Kalk kızım, haydi kalk.
24 Ocak 2014 Cuma
Ninem almış eline şişi, dolamış boynuna kan kırmızı ipi, şakır şukur örüyor. Odanın loşunda, gözleri sabit bir noktada, takılmış bir hayale, yeniden kurgulaya kurgulaya örüyor. Örülen kazak sözde özne. Doğrular yanlışları götürüyor. Zaman zaman hafifçe duruyor, belli ki açıkta kalan bir yanlış midesini yakıyor. Belki de yukarı kattan sızan müziği dinliyor; deep house. Şişler aksak ritm eşlik ediyor. Beynimde onlarca iş. Omuzlarım ağrıyor. Hepsinin arasına alt kattan sızan lahana kokusu. Pişiren Naciye hanım olsa gerek. Naciye hanım olunca pişiren, pişen de Brüksel'li olsa gerek. Bu gece bunların hepsini duyuyorum. Ninem örüyor da örüyor. Burgusunu çözüp yeniden bağlıyor, artan bir hışımla örüyor. Üst kat hard rock a geçti. Gitar içimde titriyor. Lahanaya sarımsak da karıştı. Niye duyuyorum bunları? Yanlış bir soru bu çok yanlış.
21 Ocak 2014 Salı
17 Ocak 2014 Cuma
Yavruuummm! hasta olmuş. Çorba yaptım. Tavuk suyu. Tüm kakınç tavuğun başına patladı. Amerikalı bilir kişiler ispatlamış. Grip olunca tavuk suyu. Kendileriyle görüşmedim. Yazılı basında okudum, dikkatlice yoldum ve buzdolabına tutturdum. Tavuk suyu çorba! Lümpen, ciğerdeldi bir öksürük sarmış herkesi. Beyaz yakalı, şirket patronu, hademe, işli, işssiz herkesin elinde, kolunda, yakasında virüs. Ciğerleri söküyor. Bir garson sakınmadan çatır çatır yemeklere öksürüyor. Yemekler sessiz. Yiyenler bir süre sonra birbirine öksürüyor. Arada birkaçı koluna. Kak olmuş ciğerler, öksürdükçe yapışıyor. İçlerinde dumana yer yok. Boğazlardan geçiş yok. Acı gözlerden fışkırıyor. Egzotik madde köpüren tabletlerle midelere. Mideler köpürüyor da köpürüyor. En kârlı on yatırım : ... 4- Yeni grip aşısı. Ellerde iğne bekliyor sağlıkçılar dudak kenarlarından sızan tükürüğü silerek kollarına. Tavuklar sıra sıra çorba oluyor. Lanetleri öksürük olup dönüyor.
7 Ocak 2014 Salı
Küsûrlu bir kelime çıktı bugün. Ayın yedisi. Dazlak bir sayfaya önce yediyi çizdim, sonra küçük bir çizgi ve küsûr. Şapkalı yazmayı ne severim bu kelimeyi. Cebirim iyi değildi ama resim hep on. Tek notuydu on resim, müzik, milli güvenlik derslerinin. Bir de din. Dayanma ömrü tek karnelik notlar. Loto oynamışcasına merakla beklenen karneler. Bilirsin kırık alma ihtimalinin yüksekliğini, ümid edersin. Ya hoca mutluysa, bir de sevdiğinden evlenme teklifi aldıysa, büyük bir zevkle hayır dediyse. Özgürdür artık. Not verirken de özgürdür kanınca. Mülayim bir bekleyiştir kalp çarpıntısı bedende gizli. Derece ölçerin kırılmasa hasta olmadığını anlayacaktın o son imtihan öncesi. Çalışmamanın sonucu olduğunu. Başın dönmüştür, miden bulanmıştır. Kimyasal analiz yapsalar herşey karma karışık. Notu da bellidir, onlu sistemde dört küsûr. Ya aşağı, ya yukarı yuvarlanacak karnede belliki. Ya hoca mutsuzsa...
4 Ocak 2014 Cumartesi
Ey sevgilim benim. Kalemim. Gün be gün tükettiğim yine de tükenmez dediğim. Nicedir yerde buluyorum seni. Yolumun üstüne düşüvermiş oluyorsun. Alıp cebime atıveriyorum, kalbim güm güm. Albino bir sayfanın canı olacaksın. Kan akıtacaksın. Delik deşik yolumuz üzerinden sızan hikayeleri toplayacağız. Delik deşik edip benliğimi, kelimeleri dizeceksin karşıma. İşin zor. Bilincimin vakum pompası! Güvenme tükenmezliğine. Çabucak tükeneceksin. Ve ben acımadan tüketeceğim seni. Hikayelerin sonunu merak ettiğim için yazacağım, yazacağım da yazacağım ipe sapa gelmez sayfalar dolusu satır. Konusuz bir akşama anlam yaratacağım. Vuracağım Tanrısız bir kelimenin tepesine, cücüğünü yiyeceğim. Kahramanımı burnunun ucundaki benden vuracağım sonra da. Ve sana sormayacağım benimle misin diye bir kez bile. Düşmeyeydin yoluma...
3 Ocak 2014 Cuma
Dükkanları temizleniyordu mahallenin. Sokağa adım attım ki ne göreyim bir telaş bir telaş. Sabun sabun, köpük köpük heryer. Merak ettim. Bilmediğim bir şeyler oluyor gibiydi. Dediler ki yılın en uzun günü. Satış olmayacak bugün, dünkü gibi...evveli günkü gibi. Yarın gibi. Biz de temizlik yapıyoruz. Satmayacağız. Alan olmadığı için satmayacağız. Temizlikten sonra da dükkanları kapatıp şölen yapacağız. Limonlu sularımızı tokuşturup kutlayacağız. Niye mi limonlu su? Lüküs tüketim zammından etkilendi o yüzden. Limon taşıyan kamyonlar pahalanmış. Limon taşıyan kamyonların mazotları, uzun yol lastikleri, şoförlerinin yediği kurufasulye hep pahalanmış. Uzun süredir soğuttuğumuz suyumuza limon sıkıp sonra da şerefimize kaldıracağız. Çınlaması şerefsizlere gidecek. Şerefsizler kim mi? Şu zavallı yoksullar var ya, hani paradan başka birşeyi olmayanlar. Hah işte onlara gidecek. Gidecek de ne mi olacak? İçlerini titretecek işte. İşe yaramaz mı? Sen bu işi iyi biliyorsun galiba... Temizlik de yapmadın. Pek de gariban görünüyorsun...bak şimdi! Ben de herşeyi anlattım.
30 Aralık 2013 Pazartesi
-Kııız… Oyalanma. Kalem alıp çıkacağım dedin takılıp kaldın. Neye bakıyorsun öyle sen?
-Ajandalara.Ne kadar güzeller değil mi?
-Güzel,güzel. Hadi oyalanma bak bugün çok işimiz var. Hadi dedim ama.
-Şu kırmızı kapaklı olanı ne kadar güzel. Aynı dün büyük masada oturan kadının elindeki gibi.
-Kız ne yazacaksın sen ona? Kaçırmayacağın toplantıların mı var? Ha anladım ; günlük plan : rostoyu servis ederken sebzeler sola baksın, şarap kadehlerini dörtte bire iner inmez doldur… Yoksa bugün de Nejat gelmedi, bugün de aramadı diye mi yazacaksın? Yoksa bizim kuantum Nejla gibi her sabah çok güzelim, çok sağlıklıyım, çok zenginim diye mi zırvalayacaksın? Uyan kızım uyan. Kaç para o? İşe geç kalıyoruz.
Baktım Neriman’a. Nasıl baktım bilmiyorum ama sustu.
-Tamam ben gidiyorum. Sen istediğin gibi salına salına gel.
Gitti. Gitsin.
“Bu ajandayı alacağım. Gece bahşiş bol olur. Akbil de gitmeye yeter zaten. Dönüşte bakarız. Cimridir mimridir ya Fiko abi yılbaşı gecesi bahşişi verir. Hatta belki…
-16.50 TL .
-12.50 , 13 , 14 , 14.50 , 15 , 16 … 50 .
-16.50 TL .
-12.50 , 13 , 14 , 14.50 , 15 , 16 … 50 .
Elime alırım, pakete gerek yok.
” Koş Aslı, koş. Vapuru kaçırırsan görürsün bahşişi. “
” Koş Aslı, koş. Vapuru kaçırırsan görürsün bahşişi. “
- Bir çay versene.
” Hiç yutkunma. Bugün sana çay yok.Senin ajandan var. Akbil de boşmuş. Annemi de aramadım. Telefonu da unuttum yine. Arayacak, bulamayacak, ağlayacak. Bulsa da ağlıyor zaten boşver. Çok isterse Neriman’dan bulur . Offf yorgunum. Şöyle birkaç gün yatsam uyusam. Her yanım ağrıyor. Göz kapaklarım uyku dolu. Elli hindi, yüzelli kişi. Hepsi sırtımda sanki. Bu gece nasıl biter. İzin yapmayalı kaç hafta oldu. Dört mü? Sanki aylardır duraksız çalışıyorum. Nejat mı kalır insanın yanında. Bir de dalga geçiyor, sanki bilmiyor. İyi oldu Neriman’ın gitmesi. Neyse iki hafta sonu daha devam edersem cep telefonumun taksidi biter. Nefes alırım. Bir de ajanda aldık. Ne yazacağım sahiden bu ajandaya? Kadın ne güzel yazıyordu. Bir de afilli bir kaleme ihtiyacım var. Biraz daha sonra belki. Adım,soyadım,numaram… Buradan başlayayım.”
” Başka ne yazacağım? Bir kere kilo vermeye kararlıyım. Hergün eczanede tartılıp onu yazarım. Ödeyeceklerimi yazarım bittikçe sevinirim. Nejat’ı da yazarım. Bir de kesin kararlıyım sigarayı bıraktığım gün olarak yarını yazarım. Ve hergün sigara parasını bir köşeye koyarım. Sonra annemle hangi gün konuştuğumuzu yazarım. En son neye ağladığını. Hep ağlar, hep. Ne kabus bir yılbaşıydı. Hayat başı. Babasız bir hayat başı. ‘Gitmez gelir.’ diyor Hüsniye teyze anneme. O ise ağlıyor. Dizini dövüp ağlıyor,beni görüp ağlıyor. Gitti baba dediğim adam, gelmedi. Nejat gibi. Varken ne oluyordu da yokken bu kadar dağıldı annem hiç anlamadım. Ben de aldırmıyorum Nejat’ın yokluğuna. Tek bildiğim babamın yokluğunda annemin sesi daha tizdi. Tiz ses duvarları delip geçti, komşuların yüreklerinde titreşti, boğazlarına lokmaları dizdi ve annem bunu sevdi.”
Vapurdan koşa yıkıla inerken,bir bakışta avcunda ki kuruşları saydı Aslı. 50 krş eksik. Unutabileceği bir kuruş bile olmadığını bildiğinden ne ceplerini, ne de köşe bucak çantasını aradı.
Vapurdan koşa yıkıla inerken,bir bakışta avcunda ki kuruşları saydı Aslı. 50 krş eksik. Unutabileceği bir kuruş bile olmadığını bildiğinden ne ceplerini, ne de köşe bucak çantasını aradı.
” Aradan kaçarak binebilir miyim? Yok en iyisi güvenlikle konuşmak. Hergün biniyorum. Tanımamış mıdır? Ya izin vermezse? Saat geç oluyor Oktay usta mutfakta tıslamaya başlamıştır. Ah Neriman beklesen ölürdün. Bari paran var mı diye soraydın, bastın gittin. Kızım elinde kırmızı ajanda, ağzının suyu akıyor, parasız olacağını ne bilsin. Duramadın bir gün daha.”
Güvenlik, yanakları kızarmış kızın sıcak nefesini yüzünde hissetti. Bir de çaresizliğini. Kendindeki gücü. Büyüklüğünü. Erkek erkek baktı gözlerine. Aslı daha da kızardı.
“Pislik!”
- Abi 50 krş eksiğim var. İşe geç kaldım. Yarın getiririm, hadi idare ediver. Avucunu adamın gözüne doğru uzattı, bakışından kurtulmak için. Adam avucuna bakmadı. Tramvayın sesi ile -Geç hadi! dedi yan tarafı işaret ederek.
Kalabalığın içinde sırtını dayayabileceği bir köşeye sığıştı. Elindeki ajandasına baktı bir de bakan var mı diye görüş alanındaki insanlara.
- Abi 50 krş eksiğim var. İşe geç kaldım. Yarın getiririm, hadi idare ediver. Avucunu adamın gözüne doğru uzattı, bakışından kurtulmak için. Adam avucuna bakmadı. Tramvayın sesi ile -Geç hadi! dedi yan tarafı işaret ederek.
Kalabalığın içinde sırtını dayayabileceği bir köşeye sığıştı. Elindeki ajandasına baktı bir de bakan var mı diye görüş alanındaki insanlara.
Bagajında sıcak pizza, kestirmeden geçmeye çalıştı bir mobilet .Sultan Ahmet Durağı’na gelirken acı bir fren duyuldu tramvay yolundan. Kuş kanatları bağrışlara karıştı. Aslı iki eliyle tutundu ajandasına. Ayakları vücudunun peşinden havalandı.
***
-Neriman kızım ben Nevin Teyzen. Aslı ya ulaşamıyorum da sana bir sorayım dedim.
-Telefonunu evde unutmuştu. Biz de ulaşamıyoruz. Sabah beraberdik. Kitapçıda ayrıldık. Dur, Nevin teyzem ağlama…
***
***
Gözlerini açtı Aslı. Yan yatakta yatan bir kadın. Tanımadı.Telaşlandı.
-Neredeyim ben? Heeey! Neredeyim ben?
-Bağırma sus. Zaten başımı çarpmışım ağrıyor. Hastanedeyiz. Nerede olacak? Zibidi bir motorlu fırlamış tramvayın önüne. Bir sen,bir de ben …ayakta uyuyanlar hastanelik. Ben tutunulan direğe girmişim kafadan. Sen açılan kapıdan yola uçmuşsun. Dua et kırıkla atlattın.
-Ben… Ben hatırlamıyorum.
-Bu gece yılbaşı. Mutlu yıllar Aslı.
-Adımı nereden biliyorsunuz?
-Ajandandan.
***
3-Ocak-2013 Annemle konuşma. Ağlamadı.
4-Ocak 2013 Annem geldi.
20-Ocak-2013 İş aramaya başla!
***
3-Ocak-2013 Annemle konuşma. Ağlamadı.
4-Ocak 2013 Annem geldi.
20-Ocak-2013 İş aramaya başla!
17 Aralık 2013 Salı
Bunu alayım. Buyrun karşılığı. Olmadı mı? Niye ama? Ne de güzel bir nazar boncuğu. Nazar boncuğu olmaz mı? Sebep? Ne de güzel iyi niyetler yükledim ona. Yüklenmez mi? İyi niyet yüklenmez mi? Aslında bu konu benim de kafamda muamma. Yükledim oldu...niye olmuyor? Hayır kandırmadılar beni! Yanlış da anlamadım. Herkes yapıyor, o zaman doğru olmalı. Peki peki alın beş liranızı. Halbuki ben martılara simit alacaktım. E bir de çay söyleyecektim kendime gazetemi okurken içmeye. Hem biliyorsunuz hafta içi kodamanların fotoğrafları yok gazetede o yüzden on kuruş ucuz. Arta kalanını da bir fakire verecektim. O da dua edecekti. Evet bana edecekti duayı ama nazar boncuğu ile köprü kuracaktım ya, direkt size gelecekti. Olmaz mı? Olur gibi geldiydi. Olur dedilerdi. E peki o zaman bana boş bir naylon torba verin. İçine öğrendiklerimi koyacağım. Bana denilenleri de koyacağım. Koyacağım da koyacağım. Sevgi, iyi niyet, öğreti. Hatta öğretilmeyenleri de koyacağım. Hepsi naylona girecek. On sekiz yaş altı elleyemeyecek. Sonra...sonra salacağım rüzgara...
Çekmecenin gözünde koyuluş tarihini hatırlamadığım erikler. Kuru erikler. Kuruluğu bırakıp yaşa dönmeye meyl etmiş siyah erikler. Yeni organizmalar. Tamam itiraf ediyorum kıvıl kıvıl kurtlar. Kurt kolonisini alıp bahçenin en mutena köşesine koyuyorum. Etrafları kağıt değil yeşillik artık. Umudum bir kaç tanesi fikir değiştirip dut yaprağı arar da tırtıla dönüşür. Sonra da gelsin şık kanatlar ve olsun kelebek.
Erkek kelebekler, erkek kediler. Hepsi de ne kadar dişi. Dişi demişken Frida'yı (atölyenin kedisi) artık ele almalı. Başını bağlamalı önce. Çöpçatanlık değil enikonu başını bağlamalı. Tepesine bir koli bandı oturtup bağlayacağım tülbenti. E madem ben kapamayı unuttum, siz kapayın demiş yapacağız elbette. Cık cık cık...
Cık cık cık dedim de ne geldi aklıma! Aman kimse duymasın. Madem kimse duymasın yazamayacağım bu sebep. Burada yazabileceklerimi paylaşmalıyım... Yılbaşında kar yağar mı mesela? Kâr yağar dükkanlara, kitsch diye yazılıp kiç diye okunan hediyelik eşyalara. Haydi suni karlar satın alalım kâr ettirmeye dükkanları. Ve borç içinde "Yeni Yıla Merhabaaa!"
Kredi kartları diyorum, aralık ayında yasaklanmalı. Aralık ayında yeni yılın hızlı gelişi de yasaklanmalı. Bunu yapabilir yasak koyucu. Nasıl olacağını da bizden iyi bilir nasılsa.
15 Aralık 2013 Pazar
Kapılar gerçeklere kapanıyor, ses geçirmez pencereler engel değil yürekler zaten tıkalı.
İçeri bir sızıntı olur telaşıyla bütün aletler iş başında, karanlığı yadsırcasına her yer ışıl ışıl.
Soğuk yok, sokağın sesi yok, ruh yok…uyku...uyku çok!
Dışarıda neler oluyor bilen yok! Umursayan ?..
10 Aralık 2013 Salı
Nerede yazılıydı? Nerede? Nerede? Şu alnımın yazısı. Ederini verince herkes okuyor anasını satayım, bir ben cahil. Yine içimdeki sokak çocuğu baş gösteriyor. Bak ne kadar kibar hanımlar arasındasın, hatta süslü kurabiyeler yapma düşündesin bırak bu ağızları!
Evet efendim. Alnımızın yazısı nerede yazılı bilmek isterdim. Öyle bakmayın yüzüme. Biliyorum siz de okuyabiliyorsunuz. Peki efendim doğruyu söyleyin o halde. Benden cacık olur mu? Ay pardon! Yani validemin sütünden mayaladığım yoğurda kendimi ince kıyım katsam ne olur? Ekşir mi yoğurt? Ekşi o sizin lâtif ağzınız olmasın? İstirham ederim... ... ... Bugünlerde havalarda pek güzel gidiyor efendim. Hı hı... Pek güzel, pek hoş. Aklıma takılıyor sadece alın yazısı olayı. Ya bilmediğim lisandan, ya da frekanstan. Radyo dalgaları sarmalıyor mudur buselik makamından ? Hı?
9 Aralık 2013 Pazartesi
Genç bir kızdı. Sonra yaşlandı. Ruhu genç kızlıkta takılı kaldı. Saçları belinde, arkadan yirmilik, önden en az doksandı. Doksan kere söylemiştim yapma diye, doksanbirinciyi bekledi. Sormadı -neden?- diye. Usandım. Siz hiç usandınız mı? Ben çok usandım. Kafa karışıklığı mı, yorgunluk mu, vaktinden önce yaşlar üzerinde koşmak mı? Şımardım. Zevk aldığım uğraşlarla doldurdum bohçamı. Sırtıma attım. Her adımda ağırlaştı. Meğer bohçanın içi aşna fişne. Çoğalmışlar. Sevgiden mi, sarsıntıdan mı bu üreme dürtüsü bilemedim. Yolun devamını sürükleyerek getirdim. Getirdim ama bitirmedim. Güneşliydi hava. Oturdum bekledim. Kollarım dinlenince sırtım dikleşti. Açtım bohçayı içinde kaç ömürlük malzeme. Zamanı uzatayım dedim. Önce altı dakikayı uzattım. Onbeş dakika gibi oldu. Hâlâ zil çalmadı. Benim yaşlı, doksanbir yaşına girdi. Saçlarına bir de meç yaptırdı. Bak dedim sana söylüyorum. Bu doksanbirinci söyleyişim...
8 Aralık 2013 Pazar
O da on beş yaşındaydı. Ama benimki aşktan değildi. Aşktan olsun isterdim elbette. On beş yaşında anneanne ile o sarsıntı anında.
Niye gitmiştim bu heveslisi olmadığım eve tam hatırlayamıyorum.Hikâyeler hafızamda devamlı değişiyor. Annemin anlattıkları, benim anneme anlattıklarım ve yaşadıklarım... Okuduğum hikâyeler, izlediğim filmler bile yeniden yeniden kurguluyor kafamda bu mutsuz anıyı. Gerçek değişmiyor. Onu kurtaramadım. Beynim ne kadar tamir etmeye çalışsa o çocuk yaşta, çocukça hata kahreder beni altmış dört senedir. Hafızam artık zorlanıyor. Her şey gittikçe siliniyor. Farkındayım.
Gri elbisesiyle oturuyordu köşesinde. Bakıcı kadının onu bıraktığı şekilde. Açma sakın denilen kapıyı ilk çalışta açmıştı yine. Suçlu suçlu sinmişti rengini yitirmiş, bir zamanların parlak yağ yeşili kadife koltuğuna. Bu koku ve ağır akan yaşlı zaman. Birkaç lira koparmaktan başka niyeti olmayan bir torun. Değerdi cebime sıkıştıracağı paralara. Sıkıp dişi oturmaya değerdi. Ufacık bir kadın. Saçları öylesine beyaz, teni ise inadına koyu. Esmermiş bir zamanlar. Kaskatı bakışları olan yaşlı kadının yüzüne bu mutsuz ifade çok genç yaşta yapışmıştı belli ki. Bir gün bir şeylere küsmüş ve kimse gönlünü almaya yanaşmamış, o yüzle de yaşlanmıştı. Bir bana bakarken, gördüğü gençliğine gülümsemeye çalışırdı. Yüzü garip bir hal alırdı. Ürkerdim. Hemen sonrasında da gençliğini harçlıkla onurlandırırdı. Rüşvetle gelen gençliğine gerekeni yapardı. “Ben!” derdi... “Ben de senin gibi güzeldim. Şansın bana benzemesin.” Ama hiç bir zaman beni sormazdı. Şimdi şimdi düşünürüm ben onu ne kadar tanıyorsam o beni çok daha az bilirdi. “Anneanne sen hala güzelsin.” Aynaya bakmayalı, camda yansımasını görmeyeli ne kadar olmuştu bilemem. Hep eskiden derdi. Eski kokardı ağzından dökülen birkaç söz.
Odanın içinde derin sessizlik vardı o gün de. Büfedeki tozlu porselen kadın biblosuna mutlaka dokunmuşumdur. Yalnız bir kadın biblosu. Ben ise onun dantelden yapılmış elbisesine dokunurdum. Saatin tok, tik takları. O tükenen zamanını dinliyordu, ben tükenmek bilmeyen zamanı. Bundan eminim.
O havasız, sıcak odada, yaz sıcağında kalın çorapları ve yün kokan elbisesiyle bir yaşlı kadın ve hayatın içine koşmaya hazır kıpır kıpır bir genç kız. Meğer üşünüyormuş. Yılların varlığı üzerinden eksildikçe insan üşüyormuş.
Diz ağrısının ne demek olduğundan bihaber çocuğa dizlerinin ağrısını anlatıyordu her zamanki gibi. “Annen!” diyordu, “Yine yanlış doktora götürdü beni.” Kız bilmez. Yanlış doktora nasıl götürür profesör anne anlamaz. Sadece oturur. Anlamaya çalışmaz.
Kahve yapayım demişimdir herhalde. O da hiç sekmeden, bıkmadan usanmadan her zaman tarif ettiği gibi kahvenin, cezvenin, fincanın, dantelin, tepsinin, su bardağının ve suyun yerlerini tarif etmiştir bu umursamaz kıza. Kız o kadar umursamaz değildir bu saplanıp kalmış bedene acıyordur. Bu ateşi sönmüş gözlere.
Ne öncesini, ne sonrasını düşünürdüm bu bedenin. Sanki o hep orada anneanne olarak var edilmişti. Hayatında kaç on beş yılı vardı hiç aklıma bile gelmezdi. Bir hayatının, bir geçmişinin olduğunu, sarsmasa da hikâyeleri olduğunu düşünmezdim. İçinden mırıldandığı hangi şarkıydı acaba?
Kahveyi getirmiş, yanındaki sehpaya koymuştum. Odanın sessizliğini dolduran saat sesine karışan o uğultu. Her canlı canlanırmış yer depreşirken. Ayaklarının altındaki toprak öfkeliyken. Yaşlı kadın, o durağan, atıl kadın da canlandı. Bunu çok iyi hatırlıyorum. "Anneanne dur ne yapıyorsun!"diyor bir yandan da haline katıla katıla gülüyordum. Durdurmadım. O uğultulu sallantı arasında yaşlı kadının hırkasını, çantasını, eşarbını, ilaçlarını, iki gümüş aynayı, tansiyon aletini alışını, ağrıyan dizleri ile seke seke koşuşunu anlatacak bir hikâye bulmanın coşkusu ile kahkahalar atarak izliyordum ki şu ana kadar hiç anlatamadım. Gülüyordum. Kapıyı açıp merdivenlere yönelebilecek kadar atik olacağını hiç düşünemedim. Beni bırakabileceğini düşünemedim. Kalan bütün nefeslerini toplayıp kendini dışarı attı. Sarsıntının durduğunu fark etmedik. Merdiven korkulukları sallandı. Yaşlı vücudu, ağrıyan dizler yalpa yalpa, çarpa çarpa yuvarlandı. Saçılmış eşyalarının ortasında hareketsiz kaldı. "Anneanne!" diye seslendiğimi biliyorum. Sonraki dört gün boğazımdan ses çıkmadı. Güvende olduğunu hissetmek için içine girmekten korktuğu toprağa ayak basmaya çalıştı yaşlı kadın. En azından çabaladı.
Sadece yazmak istedim. Anlatacak sızlanacak çocuklarım olmadı benim. Dizlerim ağrıyor. Benim de yüzümde yapışmış acılar var. Aynaya bakıp görüyorum. Her çizginin derinlerinde geçmiş var. Gençlerin merak etmeyeceği, daha büyüklerin dinlemek istemediği sadece insanın kendisini ihtiyarlatan hikâyeler var.
6 Aralık 2013 Cuma
Gözlerin kara delik. Yoksul kaldım tüm duygularımdan. Uyumsuz bir zihniyetin bedeniyim artık, örseleyici deneyimler yaşatan. Dırdırcı bir eleştirmen eline almış beni didikliyor. Beğenmiyor. Beğenmiyor da beğenmiyor. Habire beğenmiyor. Acıtmıyor da hani. Dedim ya gözlerin kara delik. Çok geç artık çok geç. Vakit epeyce geç. Radyatörler kapandı. Kapandı ahlaki pusula. Gel hele. Ay'ın arka yüzünde anlatacaklarım var sana.
1 Aralık 2013 Pazar
Köreltilmiş geleceğini, kaybettiğin sağlığını göremiyorsun tabii olarak. Cebimde suç unsuru bu toprakların yerli, çeşitli domates tohumları. Martının çığlığı; aşeriyor simide. Her geçişte HGS şoklaması. Yaşlı anam anlamaz niye değişti hergün yürüdüğü yollar. Unuttum herhal der, unuttuğuna inanır. Unutur. Elinde bayrak oturur pencerede, inandıramam tohum kadar O da suç unsuru. E bu ev kimin evi? Dur anacım, dur! "Zamanında kandırdık sizi yeniden yapacağız evlerinizi". Necmi Bey, haberin var mı? Dur helva kavurup dumanını savurayım. Haber gitsin Necmi Bey'e. Bu mutfak kimin mutfağı? Dur bir anacım, dur! Tam ortada bir yerlerde yetişemem hiç birine. Ulaşılmaz olmama imkan yok. Adım adım, bir kameradan diğerine. Sarılıyorum tohumlarıma. "Şu kadın elini cebinden çıkarmıyor! Arayın üzerini." Kaçmalıyım. Yeraltına, toprağın dibine. Bu toprak kimin toprağı?
21 Kasım 2013 Perşembe
Çiseleyen yağmurda, arabanın içinde sırılsıklamım. O kadar ahmağım hani. Rüzgâra alnımı dayayıp, yürüyerek yağmur toplamam lazım başka çare yok. Güneşli havalardan bilirsin beni. Ellerim cebimdeki boşlukta, gözümde bir gri gözlük, umursamaz. Aklımda gri, ciddi düşünceler. Böyle bilmeni isterim... İsterim herhalde. Böyle bilinmeyi isterim. Ama sen bilme. Bak bunu ilk defa söylüyorum. İlk defa birine yağmurda dönüyorum. Aşkı meşki geç, sen beni affet. Sen beni affet, sonra da ... Ne istersen.
Acizlikten son çıkış tabelasında karar verdim buna. Yağmur sonra başladı. Rakıyı çoktan koymuştum. Elimi cebimin gölgesinden de sola işaret vermek için çıkardım. Üzerinde yüz bin kaçış çiziği. Ne olacak, er meydanında övünürdüm ya şimdi utandım. Dikiz aynasından kaçamak bakışlar yolladım kendime. Geride bıraktıklarım ve bir çift huysuz göz. Hem huysuz, hem her bakışa karşılık veren bir orospu. Tükürdüm yüzüne, ardı sağnak yağmur. Buz eriyor rakıda. Son sürat geliyordum sana. Yanımdan Kenyalı-Türk bir atlet geçti. Kıtaları birleştirmiş bir bedende, altın madalya ona gitti. Ya benzinim biterse bu dönüşsüz yolda? Başımı indirip bakamadım göstergeye, hâlâ kesişiyoruz orospuyla. İn becer diyor birileri. İnmeyi beceremiyorum. Acizliğe acil dönüş tabelası rüzgarda fır dönüyor. Ne tarafa yönelsem orayı gösteriyor. Kaş göz ediyor aynadaki uymuyorum. Ne de sinirli bakıyor? Piç kurusu olup iniyorum arabadan. Cebimde ne varsa dökülüyor. Basıp üstüne yürüyorum. Tabelalara bakmadan, bildiğim gibi, her daim geldiğim gibi.
Mahallenin delisi bugün trafik polisi. Asgari hıza ulaşamadım diye kesiyor cezayı. Yağmur siliyor, o kesiyor. Yağmur vardı diyorum, gözlerim iyi görmez diyorum, kayboldum, benzinim bitebilirdi diyorum. Hem arkadaşlar bekler. Daha mitingler yapacağız, daha devletle, hükümet kelimesinin kafalardaki kargaşasını gidereceğiz diyorum.
Tek başına mı?
Olur mu tek başına. Yürünür mü gönülde bir gerçek olmasa. Uğruna yaşayacağın, savaşacağın bir gerçek olmasa?
Biliyorum ağlamak istiyor, ama beceremiyor. Yolun doğrusunu gösteriyor bir çırpıda.
Bu bina. Bahçesinde dönüp durma artık. İçeri gir.
Delinin zoruna bak. Bahçede dönüp duruyormuşum. Ne uzundur o sözler deli efendiii. Cümleleri toparlayabilsem durur muyum burada. Döke saça gitmeyi ben de bilirim, ki döke saça ayrılmıştım buradan. Etik Ağacına yıldırım düşmüştü ben onu elinden tuttuğum gibi çekip kurtarmıştım. Başımı kaldırdım üçüncü katta gözleri. Meğer en yakınım dediği arkadaşının eliymiş kalan elimde. Ahmağım dedim ya ıslandım.
Ben suçsuzum Adem! Bunu sen de bilyorsun. Reddi miras aklıma gelmedi hepsi bu. Şimdi toplayıp tüm kelimeleri en doğru cümleyi kurmam gerek. Kelimelerin anlamları o kadar yabancı ki. Hiçbiri senin resminle uyuşmuyor. Hepsi çiğ. Bak toprağa serdim eridi gitti... Şimdi yeni kelimelerle bir daha denemeli.
Bekleme yapmayalım!
Offf tamam çıkıyorum merdivenleri Sami bey'in şaşkın bakışlarına selam vererek. Girişteki eczanenin sahibi. Arkamdan bakıyor mu bilmiyorum ama arkaya bakmıyorum. Bir kulağım herşeyi açık edecek delide. Sesi kesildi mi ne?
Bekleme yapmayalım!!!
Hazır değilim. Tamam, tamam çalıyorum zili.
...
Bir daha...
...
Apartmanın içi karanlık. Yine gelmiş cama yapışmış benimki. Bir hareket olsa ışık yanacak, yıkılacak karşımdan. Yan pencereden süzülen soğan kokusunu aldı. Hiç kötü ruh olur mu soğanlı, sarımsaklı evde? O kapılar sana kapalı. Ne bakıyorsun gözlerime. Çalacağım, bir kez daha çalacağım.
...
İşte dokunuyorum zile. Basıyorum işaret parmağımla. Bakışlarım, bekleyişim parmağımın ucunda. Dokunuyorum. Giremediğim kanallardan sana varıyor. Kulağından girip yüreğini titreştiriyor değil mi nazenin köftehor seniii. Sen de beni bekliyorsun . Heyecandan açamıyorsun. Yoksa ne? Geldim işte daha ne? Hem de yağmurda.
Çalıyorum bak!
...
Bu saatte evdesindir. Nerede olacaksın ki? Tuvalette mi yoksa? Kitabın otuzikinci sayfasında? Hikayenin dibinde.
Bekleme yapmayalımmm!
Bu deli olmasa çekip giderdim ya, işin yoksa in bir de niye gittiğini açıkla... Haydi be Gül'üm aç şu kapıyı, bırak Naz'ı. O çoktan mazi. Tükeniyorum bak. Hadi bir dııııt... Ardından gelsin " Ay pardon, çamaşır asıyordum arka balkonda. Açmak istemem mi? Gitsin artık geberesice, söküp atasım var zili! Kimseyi istemiyorum, hiç kimseyi! Gözlerim kurbağa, evi havalandırmam lazım, buram buram vodka - vodka mı? Aman hatta Rusya girmesin şimdi, çok yazar - duş almalıyım... her çalış beynime balyoz... der miyim? Delinin zoruna bak! Haydi gir içeri. "
Açılmıyor. Kapı açılmıyor. Deli çekti gitti. Sami Bey'in kepengi.
Bildiğiniz nöbetçi eczane var mı yakında? Demir hapı alacağım. Kansızım. Donuyorum soğukta. Şeref demedim, kan dedim Sami Bey lütfen. Hem sizden bir ricam daha olacak. Geldiğimi üçüncü kata duyururmusunuz? Ben kim miyim? Ziyankarpaşazade Recai. Annesinin Hint basması, Halit Bey in oğluyum. Aslı gibidir. Herşeyi fevkalade metodlarla ziyan eder.
Neler diyorsunuz öyle son kertede... istirham ederim.
Mahallenin delisi muhtar olmuş eline çay bardağını alınca.
Buyrun ne istemiştiniz? Yeni bir kimlik? Yeni bir ikâmet? Davalarınızın zarfları şu tarafta.
Yok ben Nevin Hanım bu sokakta mı otururlar diye soracaktım. Yakînî olmaya niyetliyim de. Acelem var. Buz eriyecek rakımda.
Kaydol:
Yorumlar
(
Atom
)



















