Anlatıcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Farkına bile varmadı

İnandırıldı
inandı
İnandırdı
Farkına bile varmadı.
devamını oku

18 Ağustos 2013 Pazar

SONEÇKA Liyudmila Ulitskaya





SONEÇKA Liyudmila Ulitskaya
Çeviren: Mehmet Özgül  Doğan Kitap

Seksenaltı sayfalık bir kitapçık. Hızla içine alan ve dil sadeliğinin içinde çok lezzetli ifadeleri olan çok hoş bir kitap.
Öykünün Ev Hali bloğunda da sevgili Füsun'un anlatımıyla ilgimi çekmişti. Aklımın bir köşesindeydi
Ve çarşamba günü masama geldi. "Bu da sanaaaa" . 
Köşesinden kendi çıktı geldi. 
Kapağını açtırdı ve içine aldı. 
Küçük ama kendine çok güvenli başeğmez, geride kalmaz bir kitap olduğunu masamda uzanmış görünce anladım.
Seve seve teslim oldum.







devamını oku

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Bitiş



Durdu ve sırtını duvara dayadı.Yılların isini görev gibi tutan duvara.Salonun bomboşluğuna inat toplanmış bütün eşyanın izini saklayan duvara. Cemil ustanın, tuğlalarını köyünün hayalini kura kura ördüğü, bir cigara arası sırtını dayayıp dinlendiği duvara.
 Havayı derin derin içine çekti, sağda solda kalmış nefeslerini ararcasına. Etrafta komşu evin mutfak penceresinden sızan o acımasız, taze yaprakla yapılmış sarma kokusu. Hani şöyle sofranın ortasına doğru tencere ile gelen, ailenin çevreleyip doymaz ve sabırsız gözlerle beklediği sarma kokusu.Tekrar derin derin içine çekti. İçine çekişi derinleştikçe odaya sinmiş sigara kokusu karıştı sarma kokusuna da döndürdü gerçeğine.
Yola çıkma vaktiydi. Dönüş yoluna. Alacağı vereceği kalmamış şehirden köyüne koşuş yoluna. Amca oğlunun sabırsız kamyonetinin kornası doldu kulağına. Bütün kokuların, dokuların, sinmiş hikayelerin kapısını kapattı da çıktı yola.

Bir kitap daha bitti.
Durdum ve göğsüme dayadım.


ayşecan
devamını oku

15 Ağustos 2013 Perşembe

Mozambik Çitası ve Ben


      Aslı'yı bekliyordum. Uzakta bir Mozambik Çitası belirdi. Hem de İstanbul'un orta yerinde, Kumbaracı yokuşunun başında. Dün izlediğim belgeselden fırlamışcasına. Baştan ayağa,çantası dahil ; pars değil ,tam bir çita! Dudakları, pençeleri av kırmızısı.Ucuna yükseldiği ayak parmakları leopear bir sandaletten dışarı fışkırmış, varmaya korktuğum gözleri alev alev panter, kedi çekikliğinde bir koyuluğun içinde.

   Ürktüm. Aslı olmasın! dedim. Otuz küsur yıl sonra facebook mahareti, twitter kıvraklığı ile beni bulan sıra arkadaşım Aslı olmasın! Ne olur Aslı olmasın! dedim. - Bu gelen Aslı - bilgisi fiber optik hızla indi kafama. Sarsıldım.
Hata!..
Olmamalı!
Hata!
Kız-erkek, kız-erkek paylaştığımız okul sıraları. Yanımda oturan sıska, pısırık Aslı. İnternet fotoğraflarındaki at kuyruklu sıska kız değil, hemen yanı başındaki tombul vamp.
Hata!..
Hangisi Aslı? Ben A mahallesinden B mahallesine yılda iki kilometre hızla yol alırken o kıtaları aşmış. Beş günlük gömü çalışması, paylaşılan anılar, şarkılar; pırıl pırıl bakan at kuyruklu kız... Ben Aslı'yı bekliyorum, uzak diyarlardan kankisi gelmiş her fotoğrafında boy gösteren...  Dilini anlayabilecek miyim?  " Ben Aslı arkadaş. Paket size. Aslı hasta. Özür. " 
Hata!

    Aslı bu. Biliyorum bir şekilde. Çiçekli elbiselerle hayal etmeye çalışıyorum. Kulağına inci küpe takıyorum. Yaban birşeyler var. Saçının kızılından mı nedir aynı kıtaya bile varamıyoruz. Hedefe kilitlenmiş geliyor. Yokuştan aşağı yavaş yavaş, kedi patisiyle iniyor. Parmakları her adımda asfalta dokunuyor. Bir arabaya binip, sinmek istiyorum. Usulca pencereleri kapatıp nefessiz, hareketsiz durmak. Unutsun beni istiyorum. Görmesin. Retinasına yanlışlıkla düşmüş bir leke olarak kalayım. Bir an sonra silineyim.
Çok geç. Gördü ve tanıdı.

    -Aliiiiiiiiiiiiii !

     Tanındım. Bu kadın Aslı ve beni tanıdı. Bu kadın… Bu… Pıstığım yerde değilim artık. Meydandayım. Kuru otlar arasında yemyeşil parlak bir yaprak. Çırılçıplağım. Kat kat giyiniyorum. Usul usul, yavaş yavaş, utanmadan. Önce göğsümü irileştirecek bir kafes yerleşiyor, dikleşiyorum. Boyum uzuyor andan bir diğerine. Omuzlarım genişliyor, kabarıyor. Panter çerçevenin içine şua gibi işliyorum. Gözgözeyiz çok iyi biliyorum. Bütün sistem onaltı yaşa bağlanmış, hormonlar telaş içinde. Bir an bir sızı duyuyorum kürek kemiklerimin üstünde. Kürek baş gösteriyor, yavaş yavaş kendini açıyor. Bilmediğim bir kıtanın şehvetine yolculuk başladı. Süzülüyorum. Her kanat çırpışımda karalar geçiyorum, bozkırlar, okyanuslar. Yaklaştıkça büyüyorum; yaklaştıkça büyüyor, parlıyor. Göğüsleri süt doluyor, beneklerin arasında dolgunlaşıyor. Beli incecik. Kalçaları çocuklarıma sesleniyor. İçim çığlık çığlık  "I of the tigeeeeerrrr!"

   -Kız Aliiiiiiiiiii... Naber ya kuzum? 

    Savanların rüzgarları gömleğimin içine kaçmış çeyrek asırlık bir dikeni hareketlendirdi. Diken tam göğüsüme, sol tarafıma battı. Pofff… canım yandı! Kanatlarım birbirine dolaşıyor, acemi bir komi, sekiyorum. Düşüyorum. Yer çekiminden hızlı, kuvvetli bambaşka bir düşüş bu. Ahhh göğsüm... Otuz tel saç daha bendeki köklerinden kaçıyor, bir kaç tanesi gözümü seçiyor, gözlerim çapak çapak. Burun kıllarım uzun. Diken iltihap yapıp yüzümün en olmaz yerlerinde çıbanlar fışkırtıyor. Gözlerim şişe altı. İğne batırılmış bir balon. Kontrolsuz yol alıyorum, hem düşüyor, hem uzaklaşıyorum. Işık hızı. Zaman ötesi... Gözlerim kapanıyor.

İlkokul kırılganlığında çarpı bacak bir oğlan. Takılıp takılıp düşen , düştükçe ağlayan, kırılgan Kız Ali. Yerdeyim işte boylu boyunca, çakıldım. Aslı'nın abisi Tahir teneffüste katıla katıla gülüyor. Pantalonum yırtılmış, kıçım dışarda. Utanıyorum. Yok olmak istiyorum. Hızla geri çekiliyorum.
   
    Gözlerimi açıyorum.Tam karşımda aşağı mahallenin uyuz, kasap önü kedisi! Tırmalamak için patisini kaldırmış. Bilmiyor patisinden önce sesi tırmık içinde bırakmış, çizmiş, kanatmış. Ağladığımı bilmiyor. Göğsüm acıyor. Sol taraf. Sızım sızım.Bilmiyor.

    -Merhaba Aslı. Ne kadar değişmişsin.
    -Değil mi kıııızzzz? Ama sen hiç değişmemişsin, nerede olsa tanırım. Kız Alim benim yaaa...

    Bütün dikenler midemde. Gaz yapıyor. Gözünün içine bakıp, geğiriyorum.
       

    ayşecan kurtay

                                                                                                                                

devamını oku

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Hı hıı...

Biliyorum,
Ama anlayamıyorum.
devamını oku

martı

devamını oku

Koridor


    Biliyorum,burası bir koridor. Bu ışıktan,başka bir ışık ya da karanlığa. 

    Çıkmaz yol değil sadece bir koridor.Yine de korkuyorum. İlk adım bile değişim. Işık sırtımda.Giriş yolunu gösteriyor,yola yönlendiriyor,belki de eşlik etmek istiyor. Işığı seviyorum,ona tutunabiliyorum.Benimle gelebilirdi…ama gelmiyor. Beş adımda hep biraz eksilerek yumşacık bırakıveriyor karanlığıma…alıştıra alıştıra …yoksa …yoksa karanlık mı çekiyor beni içeri koparta,acıta…hayır…hayır…bu korku kesif değil…her adımla inceliyor sanki. Duyularım keskinleşiyor. Adımlarımın sesiyle yarışan kalbim yorgun, sakinleşiyor.
   Duvarlar ellerimin altında,soğuk,sert,pürüzlü. Kıskacına almış yapı şimdi bir ana rahmi… koruyan ve ileten… Gözlerim rahmin duvarlarına sinmiş ışık kırıntılarını yakalıyor…etraf öylesine karanlık, öylesine de belirgin. Bir koku  doluyor burnuma. Kendi kokumla birleşen ama yeni, yepyeni…tanıdık olduğu kadar keşfedilesi .   
   
   Koşmuyorum, acele etmiyorum. Adım adım yürüyorum taş zeminde. Adım adım değişiyor kalp atışım, merakım, algım ve kokum.
devamını oku

Sinek




Tam arkasında duruyordum. Yavaşça eğildim, dokunamadım. Yutkundum, fısıldadım...
"Dikili gözlerim saçının kırına,tüm yaşanmışlıklarının hemen arasına… Hoyratça koparamayacağın sağlamlıkta."

Duymadı. Ensesinden sinek kovaladı.


devamını oku

31 Temmuz 2013 Çarşamba

vesvese

Gece beliren, uyku kemiren karafatmalardı beyninde dolaşan. Göz kapaklarından içeri gün ışığı sızdımı en görünmez köşelere kaçışıyorlardı. Şanslı gününde, ruhunda bir iki tanesinin leşini buluyor, seviniyordu. Ölmeden önce son gayret sayısız çoğaldıklarını bilmeden.
devamını oku

26 Temmuz 2013 Cuma

Dopdolmuş


"... Sanki billur bir pınar
Ruhuma neşe sunar
Kahverengi gözlerin..."

-Ha, ne diyordum... Geçen gün duraktan tek bir yolcuyla kalktım. Allah'ın bir akıllısı yok sokaklarda , dışarıda hissedilen kırkbeş derece , içeride ellibeş.

-Doldurayım mı abi?
-Koy bakalım bir tane daha...aman ha gözüm! Su istemez...iki buz.

-Yolcu şöyle fiyakalı, caf caflı bir hatun. Haybeci birine de benzemiyor, belli okumuş, gün görmüş bol mürekkep yalamış, bizim gibi zırtapoz değil. Çekmiş üstüne lacivert bir elbise, gözlükler, mözlükler... sanırsın İngiltere Prensesi.

-Çiğ köfte bırakayım mı abim?
-Hadi bırak bakalım...Köse mi yaptı bunu?
-Evet abim...

"...Kahverengi gözlerin
Gözlerin yar gözlerin gözlerin..."

-Ha ne diyordum? Suadiye ye doğru yaklaştıydık, ağzını açıp ta tiz bir sesle, " -Şoför bey, müsait bir yerde inebilir miyim acaba?" demez mi?
"-Buralar müsait değil bana göre be ablam... Bostancı ya doğru çay bahçesi var orası müsait, ineriz..." dedim. Seninki kaskatı kaldı. Çaktırmadan aynadan dikiz atıyorum. " - Ayyy ne diyorsun ayol! Çabuk beni indir!" diye tıslamaz mı?

"...Gözlerin yar gözlerin gözlerin..."

-Eeee... Ne dedin?
-Ne diyeceğim... Kafamın tası zıplamış sıcaktan, bir de sesi cızırdıyor "- Hemen su koyuverme be ablam, ortala biraz da sol bek kesmesin." dedim. Anlamadı." Hanım abla! Kelam sallıyoruz öylesine. Yani diyorum ki -miyim,-mıyım...ya gereksiz, güvensiz sual, ya da emir! Ofsayta düşüyorsun!" dedim yine anlamadı.

"...Ufuklar kadar derin
Kahverengi gözlerin
Gözlerin yar gözlerin gözlerin..."

-Hadi Şükran Ablama.
-Ben içmeyeyim be abi.
-Bırak, kelek yapma şimdi, konuşuyoruz, gidersin...Ne diyordum ben?
-Müsait bir yerde inmek isteyen ablayı anlatıyordun.
-Ha tamam... Anladım Suadiye de inmek istiyor, geçmişiz. Bunun yüz alı al, moru mor. "-Suadiye yi geçtik dursana be adam!" diye nakarat sarıyor.
-Durdun her halde?
-Dururmuyum? Bastım gaza! "Ha! hanım abla" dedim. Hani biraz önce şoför beydim?
-Oğlum, ileri gitmişsin, kocası, mocası vardır ,çeker vurur.
-Ne vuracak. Bana dua eder. Kadına net olmayı öğretiyoruz.
-Eeee...
-Seninkinin içindeki aşifte baş gösterdi... Bana sapık mısın, indir çabuk" demeye başladı. "Hah" dedim. olmuyor ama sapık mapık." Kadın koptu ,saydırıyor. " Hoop ağır ol." dedim. "Gelipte bu havada bana müsait bir yer filan dendi mi tepem atar, taksiye diyor musun müsait bir yere kadar götür diye." dedim. Dinleyen kim? Yağdırıyor. "-Güzel ablacım lafıma tabanca sıkma, doğru dürüst ineceğini söyleyene kadar durmayacağım! De! gideceğin yere kadar bırakmayan ciğersizdir." dedim. Dese, evine kadar götürüp bırakacağım, derdimi anlatamıyorum ki.

"...Hani söz vermiştin bana içmeyecektin
Yine başın dumanlı kirpiklerin ıslak
Gözlerin kanlı kanlı ah delikanlı..."

-Deme be abi.
-Feriştahım şaşmış zaten, gözlerini pörtlete pörtlete. "Seni hayatta kimse anlamıyor di mi? dedim. Kocan, çocukların, konun,komşun. Kimse anlamıyor! Bir şeyler geveliyorsun ama anlayan yok di mi?" dedim.

-Ahmet oğlum bir sigara kapsana,hadi koçum!

" Bak bu araba Bostancı ya vardı mı motoru susturur. Gel sen hızlıca bir düşün ne demek istediğini söz gideceğin yere kadar bırakacağım." dedim tekrar. Karı anlamıyor, arızaya bağladı bir kere. Benim okumuş hatun fantezisi yerle bir.
-Abi kocası vuaracak seni.
-Yok be,anlatmaya utanmıştır. Bir daha yazın çalışmayacağım, semeri devirip yatacağım. Ohh azıcık aşım ağrısız başım.

"...O zalimin adını anmayacaktın
İçip içip hep böyle yanacak mısın
Resmini eline alıp bakacak mısın
Yollarına bakıp da ağlayacaksın..."

-Nereye kadar gittiniz böyle?
-Bostancı ya kadar! Ciyakladı durdu kaltak. Bostancı ya gelince tutuşturdum eline 3 Lirasını. " al şu 3.00 TL nı, git şu arabaya anlatmaya çalış ineceğin müsait yeri. Net ol ablam net! Ne meliyorsun inmek için. Al bak 3.00 TLya hayat dersi." dedim. "Bulamazsın.Bundan sonra beyin frekanslarını düzene sok ve net yayın yap. Suadiye de ineceğim şoför bey. O ka. Ben bunu istiyorum, net. Bak hayatın nasıl değişecek. Hadi ablam istediğin yere de şikayet et. Yeter ki ne dediğini tam söyle. Hadi sağlıcakla." dedim.
-Abi! Abi şu takım elbiseli adam sana bakıyor.
-Hangisi?
-Şu işte... Sarışın kadının yanındaki.

"...Hani söz vermiştin bana içmeyecektin
Yine başın dumanlı kirpiklerin ıslak
Gözlerin kanlı kanlı ah delikanlı..."

-....
- Abi! Sarardın...hişttt abi?



devamını oku

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Trende Bomba



     
     Kolumu dirseği ile dürterek "Bırrakıp gıtti! " diyor.


     Dürtmeyi kaza, sözü bir başkasına sandığım için aldırmıyorum. Aldırmayınca ikinci kere daha güçlü dürtüyor. Yana, üzerime doğru eğilerek, sanmalara izin vermeyerek  " Bırrakıp gittı... gorrrdum onu "  Anlamak için, bakışlarımı kitaptan yüzüne çeviriyorum. Gözleriyle işaret ediyor gözlerimin bakması gerektiği yeri. Vagon kapısının yanında büyükçe bir beyaz torba. Tekrar yüzüne bakıyorum. O, torbaya bakıyor. Tedirgin. Yaşı, siyah boyalı saçlarında bir aylık yol almış, beyaz beyaz parlıyor başının etrafında. Yüzündeki çizgileri sayıyorum. Bu ülkenin çizgileri değil, beyaz tende koyu renk kesikler. Kelimelerin ritmi gibi yabancı. Noktalarını kaybetmiş harfler, titreşen r lerin arasından marş gibi çıkıyor. "Gorrrdum onu. Bırr adam bıraktı gıtti. Bırr şey olmasın! " "Yok birşey değildir. " diyorum hafif bir sesle. Niyeyse? Daha emin diyebilirdim. Ama ne adamı gördüm, ne bırakılış anını. Kitabım var elimde. Anın da, olayın da dürtükleyen kadından daha yabancısıyım. Sadece tepkim yerli. "Bir şey değildiiiiir..." Değildir! Bugüne kadar hep bu saatte trene bindim ve evime gittim. Piyangoda büyük ikramiyenin isabet etmemesi kadar doğal bir olasılıkla.



    Kitabıma döndüm. İki satırın ara boşluğu ruhum. Bakıyorum, okuyamıyorum. Ya bir şeyse. Gözlerim bu torbayı fark etmiş bir çift göz daha arıyor. Yerli bir çift göz. Torbayı koyanın sessiz dilini duymuş bir çift yerli göz. Herkes sabit bakışlarla kendi filmlerini seyrediyor iç ekranlarında. Bir kadın biniyor vagona. Reklam arası veriliyor, zapping yapılıyor. Gözler ayak parmaklarına gidiyor önce, sonra diz kapaklarına ve daha yukarıya. Bir kadın ayakkabıya takılı kalmış, bir adam parmaklarda hâlâ, bir diğeri dizlere yeni varmış, diğerleri yüze varmadan geri dönmüş kendi programlarına. Hemen arkasında bırakılmış torba. Beyaz, büyükçe, yıpranmış. İçinde her şey olabilecek bir torba. Bir çekiç, iki kutu çivi, biraz keten ip, eski gazeteler belki. Kirlenmiş bir pantalon, eski bir tişort. Ağır olmalı aslında. Bırakıp gitmiş. Yorgun bir adam. Kadın değil sanki. Bir işçi. Bizim mahallede oturan Şevki Ustaymış mesela. Her zamanki yorgun haliyle, ayağını sürüye sürüye trene kadar gelmiş, o sırada telefonu çalmışmış. " Abim, akbilim bitmiş, fazla var mı?" İş arkadaşı. Biliyor cebinde en fazla üç kuruş olduğunu. Torbasını bırakıp akbil basmaya gitmiş. Trenin son vagonu. Neden hâlâ dönmedi?
    Belki kitap filan vardır. Hayta torbayı bırakıp , sigara mı tüttürüyor dışarıda? Ya da kitap ya da her neyse koyup, arkadaşına " Alo Sami, poşet son vagonda kapının kenarında.Tren şimdi kalkıyor. On dakikaya kadar gelir, orada ol. " mu dedi? Evet öyle demiştir. Kesin!
     
     Belki de... bir bomba.

     Kolumdaki dürtüklenme baskısı iyice artıyor. Canım acıyor, midem bulanıyor. E korkuyorsanız inin demek istiyorum. Diyemiyorum. Yana, üzerine doğru eğilerek, kulağına  aklıma ilk geleni söylüyorum. " Mavi Çarşı! "Anlamıyor. Anlamayınca canı da acımıyor. “Dur dinle daha neler neler anlatacağım… “ diyorum acımadan, utanmadan. Şimdi çok utanıyorum. “Yıllar önce Mavi Çarşı'da da ne büyük bir patlama olmuştu... ölenler, yaralananlar... sorma... “ diyorum. Kadın bu kadar beyaz mıydı? Hangi dünyada yaşıyorsun demek istiyorum. Burada bir bok böceğinin üstündeyiz sülalecek. Ağzını açmadan derisinden emdiği ölü canlarla beslenip, petrol sıçan bir bok böceğinin üstünde. Ve sahip olmak için boktan yaratılan bir geleceğe , çare yok, daha çok ve çabuk çabuk ölmeliyiz... diyemiyorum. Günün birinde bindiğin bir trende bomba patlayacak! Bu kadar basit. Şevki Usta oğluna fabrikadan müdürün hediye ettiği kalemleri götürememiş, kime ne? Hatta karısı Sevil komşu Hayriye ile erişte kesiyormuş, kime ne? Gözü ekranda akan yazıya takılmış.
                             -Haydarpaşa'da büyük patlama!-
İhtimaller tüh tüh tüh , tüh tüh tüh lerle savrulmuş.Akşam olup yemek soğumaya başlayınca, yeni üretilmiş senaryolar kura kura ulaşılamayacak telefonu çaldırmış. Hatta Şevki Usta’nın sofraya gecikmesine küsüp de Gel oğlum biz yiyelim hele demiş. Boğazına takılmış çorbanın eriştesi. İçine ne koyduğunu geçirmiş aklından, savmak için iç kıpırdanmalarını. Yine ulaşılamamış telefonla. Haberler başlamış. Yemenisini çözüp çözüp bağlamış. Bol pudralı bir yüz donuk bakışlarla kimliği tespit edilemeyen ölülerden bahsetmiş… benzine zam geldi der gibi sıradan ve olağan. Başbakan haftalık olağan toplantısında...diye devam ederken kanal değiştirmiş. Zor yuttuğu erişte midesini kaynatmış. Fairy daha çok tabak, daha çok bardak... Geçmiş. Kara kara bakmış ekrandan Alemdarların Polat'ı. Televizyonu kapamış. “Hayriye kız, bir gel hele. İçimde bir sıkıntı var.” demiş. Offbana ne!.. diyeceğim, diyemiyorum. Niye Şevki Ustayı bindirdim ki trene? İndirmem lazım. Ya da ...

     Yeni bir darbe ile gündüz düşümden uyandım.Telefonu çalıyor. Son bir dirsek darbesi daha alıyorum çantasındaki telefon arayışından. Dürtüklenmeyi sevmem. Telefonunu buldu. Fırsattan istifade ayağa kalktım. Sevmem, dürtüklenmeyi hiç sevmem. Telefona endişeli endişeli konuşan sesi geride bırakıp torbaya doğru meyil ediyorum. İçine bakmalıyım göz ucuyla da olsa. Yaklaştıkça torba bombalaşıyor. Bütün iyi olasılıklar siliniyor. Şevki Ustaymış... Ustayı kurtaracakmış ! Sen kendine bak! Kim var, gözü ekrandaki yazıya takılıp da içi sıkılacak? Zeynep nerede ki? diye arayacak… Şu an patlasa… Duruyorum. Arkaya doğru bakınca kadınla göz göze geliyoruz. Bu trendeki en az yabancım, hatta en yakınım. Kolumda varlığını taşıdığım. Yanı başı dolmuş bile. Onu dürtüklemiyor bana bakıyor.  Gözlerinde umut mu parlıyor ne? Bir adım daha atıyorum belli belirsiz; rahat bir yer arıyor edasıyla. Kimse izlemiyor ondan başka. Hâlâ kimse farkında değil. Hâlâ kimse farkımda değil. Elim cebimde. Telefonun anavatanında. Telefon avcumun içinde, sıkı sıkı sarılmışım ucundan, kıyısından bir an, bir şekilde iliştiğim bir avuç dolusu insana. Ama kimi arayacağımı bilemiyorum. Bari Facebook da yerimi bildirsem. En son hareket olarak görürde pudralı spikerin sözleri ile birleştir belki birileri. Saçmalama! Spiker söyleyene kadar anasayfanın dibini boylamış olursun. Üstteki paylaşımda biri yattan denize atlıyordur, alttakinde biri sevgilisine düşünürlerin düşünceleriyle laf sokuyordur. Üç kişi beğenir işte... Haydarpaşa’da olduğunu bildirmiş, emeğe saygı. Biri düşünür belki...Hımmm trene bindiğini söylemek istiyor; iki gün sonra trenler son seferini yapacak; bir protesto, bir kapalı anlatımlı dikkati soruna çekme hareketi... hımmm beğenip destekleyeyim. Öldüm ulan ben! Öldüm... Teşhis edin beni. Bok böceği hazmetmeden teşhis edin işte.  Her adımla elim, kolum, bacağım kopuyor. Bir sonraki adımda bedenim parçalanıyor. İnsanların üzerine saçılıyorum. Gözlük camlarına, elbiselerine, gömleklerine, o kadının ayak parmaklarına, gölgesine, trenin açık kapısından garın duvarlarına. Şu adam kucağındaki kopuk kulağa eğilse içine üflenen ismi duyar. Sonra bu yabancısı olduğu kulağa sıvanmış yaban ama Türkçe sözleri duyar. Belki yardım bile eder.  Kimse benimle kaplandığının farkına varmıyor. Spiker hâlâ konuşuyor. " Yetkililerin yaptığı açıklamaya göre ölü ve yaralıların olduğu, özellikle bir kadının her yere saçıldığı elimize geçen pembe Alix Avien otuz numara ile boyanmış dudak parçasından tespit edilmiş, ancak kadının kimliği tespit edilememiştir. Dudak kenarına yapışık bulunan susama ve rujun sürülüşündeki gelişi güzelliğe bakarak, yetkililer orta karar biri olduğuna kani olmuşlardır. Orta halli bir kadın kaybedenlerin şu, şu, şu numaralara başvurmaları kadının parçaları adına iyi olur.” Kimse aramayacak o numaraları gör... Kimse. Şu yabancı kadın inse trenden de teşhis edecek birileri olsa. Cins bir isim olarak parça pinçik gömüleceğim. Kimse için özel isim olamamışım ya!..

      Ne çok insan ... Bir adım daha; nefesimi tüketiyorlar , bana bir şey bırakmıyorlar. Nefesimi verin. Torbanın yanı başındayım işte. Eğilip bakmam lazım.  Dudaklarım ne zaman koptu. Oysa daha vardı  kopmasına. Çenemden kan aktığını hissediyorum. Kan tutar beni. Nefes alamıyorum. Türkçeyi endişe yaratacak kadar öğrenmiş bir yabancı kadın kolumu morarttı. İçimi, akşamımı morarttı. Yetkili nasıl çağrılır? Trenden inip mi bulacağım yani?  Haykırmak istiyorum. " Ne yapmam gerektiğini bilmiyoruuum!” Annem parmağını sallıyor ayıp çok ama çok ayıp,uslu uslu otur oturduğun yerde! Siz gülüyorsunuz halime nasıl da korktu diye. Birşey yapamıyorum. Haykırmak istediğim yalan. Haykıracak gücüm olsa sorardım herhangi birine. Dilsiz miydim yoksa? O kadından daha dilsiz mi? Kelimelerim var mıydı? Hayır hayır dudaklarım koptu benim. Paramparçayım. Parçalar boğazımı tıkadı . Hâlâ gelmedi bırakan adam, vay hayta vay. Bu sizin mi? Bu sizin mi? Kimse duymuyor. Bu kimin? Makinist! Yetkilileer! Belirsiz bir paket var burada... Yardım edin. Belirsiz bir kadın var, belirsiz bir ruh. Darmadağın duruyor görmüyor musunuz?

     

     Koşuyorlar. Koşarak geliyorlar. Trene yetişiyorlar. Düdük sesi . Kapı kapanıyor. Tren önümden akıp gidiyor. Kadın pencereden bana bakıyor. Gardayım. Dağılan parçalarımın yapıştığı duvarın hemen önünde. Dinliyorum,torbasını kaybeden birilerinin arayışınıduymayı bekliyorum. Kulağım hâlâ adamın kucağında. Dokunsa kalp atışlarımı duyar. Yanıbaşımda beyaz torba. Bekliyoruz. Son bir sigara çekiyor canım. Gözlerim kapalı dumanı ciğerlerime çekiyorum. Bekliyorum. Patla ulan patla! Özel isim olabilirim, patla! Patlamıyor hâlâ. Adi bir hırsızım ben. Açıklasam kim inanır? Kim kurtarır? Patla ulan, patla! Bacaklarım tutsa, usulca uzaklaşsam...Ama önce torbaya bir baksam. Koşuyorlar. Yetkililer bana doğru koşuyorlar. Derin, seksen üç liralık  bir nefes daha çekiyorum sigaramdan...





Ayşecan Temmuz-2013
devamını oku

16 Temmuz 2013 Salı

Kesik Süt


Ilık ,yumşak,güvenli bir keseydi çocukluğum. Sağıldım. Hayatın sertleştirdiği ellerle sağıldım. 

Coşkundum,beyaz,taptaze.


Başımda gökyüzü,içimde kese serhoşluğu.Hoplayıp zıplamışım,deli deli salınmışım bir zaman.Koku yayıp iştahlara dokunmuşum. Bitti.

Serhoşluk bizde de kalmadı. Zamanını doldurdu,usul usul çekildi.Çekilirken topladı tüm dağınıklığı,taşkınlığı.Saf,berrak,dingin. Duruldum.

İşte elim,kolum,varlığım. Yüreğim,gökyüzü bir.
...
...
Derin bir nefeste an'larım. Herşey olmaya oturdum.Bekliyorum.Ne olmam murad ediliyorsa ...bekliyorum.
...
...
Beklerim.Herşey akıyor çevremde. Gözlerim kapalı. Gözlerim açık. Her şey birbirine dönüşüyor. Gölgeler hızla yer değiştiriyor. Gün yükünü almış. Duruyorum.Dururum.
...
...
Etrafta içimi yakan bir düzen,bana dokunmayan. Kesif bir sis kaplamış bütün gözleri. Ben;gören ve görülmeyen.
...
...
Bir sızı. İğnebaşı bir karadelik belki. Kokum,tazeliğim,dinginliğim kayıp gidiyor bir bilinmeze.Bir kurt düştü içeri çırpınıyor. Çırpındıkça ayrışıyorum. Peltelenip dağılıyorum.Dönüşüm beklerken,ölümüm geliyor. Kulağım yaklaşan ses arıyor,onlar kaçıyor.Sağır oluyorum. Kör oluyorum.Hiç tanımadığım bir koku sarıyor etrafımı.Bulanıyorum. Ekşiyorum. Ziyandayım.
...
...
Çiftçinin gözlerinin karası düşüyor üstüme. Gördüğünden memnun.İçimde bir acı. Biraz daha ayrışyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Teslimim.
...
...
Kefenleyip bırakıyorlar bir köşeye. Ne oldu anlamıyorum. İçimde bir kalp çarpıntısı. Tüm safralar akıp gidiyor. Paramparça bedenim sanki bir bütün. Hâlâ varım. Hatta sanki şimdi varım.
...
...
Kefenim dediğim tül perde kalkıyor. Usulca bakıyorum etrafıma. Beni gören gözler. Kara kara,keyifle bakan gözler.
Hızlı değilmiş yolum.Sadece uzun.

Peynirim!
devamını oku

25 Haziran 2013 Salı

ADI : Seynep


     Kulağımı dolduran çığlık ve kuzgun karası gözler… bir darbe ve acı.Tek bir anda duydum, gördüm ve hissettim, ama anlayamadım.
      İkinci çığlık beni yakaladığında kendimi apartmandan içeri attım. Kaşımın üstünden süzülen kan nerede olduğumu hatırlamaya çalışırken ağzıma ulaştı. Kapının hemen önünde, elimden düşen kağıdı gördüm. Laboratuvardan eve gelene kadar defalarca düşürdüğüm kağıdı. Her seferinde eğilip aldığım, şimdi camın arkasında yerde duran kağıdımı.

Adı: Selmin
Soyadı: Dinç
"pozitif"


   Beş kelime. Bu beş kelime diğer bütün kelimeleri yuttu. Sonra Dinç yutuldu. Sonra Soyadı, bir müddet sonra Selmin.

Adı: "pozitif"
   Saplandı retinama , gözlerim sulandı. Çöktüm kaldım mozaik taşa. Taşın soğuğu önce kanımı dondurdu. Sonra midem bulandı. Kimse yok . Komşuların eşiklerinden yemek kokusu sızıyor, biber kızartılıyor bir evde. Taş soğuk,midem bulanıyor.

"pozitif"
      O z harfi ...Sivri, köşeli, gidiş-gelişli z harfi canımı acıtan, diken diken batan.
      
      Sersem sepelek bir karga yavrusu kağıdımın üzerinden geçiyor. Gri gri izler bırakarak. Kağıdımın üstüne basa basa.
      "Bu kadarı da fazla!" Kapının koluna yüklenmemle çığlıklar sardı her yanı. Kapıyı iterek kapadım. Dağınık kafa, eve gelmeye çalışırken, göremediğim, ezmeme ramak kalmış, uçmaya yükselmek yerine yürümeye düşmüş bir karga yavrusu , kendinden emin, ailesinden emin, salına salına dolaşıyor eşikte, kağıdımın üzerinde. Bacaklarım titriyor. Çantam titriyor. Tekrar ve tekrar. Zafer.

"Alo."

" Da... dayak yedim."

" Gerçeği söylüyorum. Yavrusunu korumak isteyen bir aileden dayak yedim."

" Yavrularını öldürebilirdim. "

"Saçmalamıyorum. Bir şey de içmedim. Ben iyiyim!"

"Yarın mı?"

"O kadar çabuk mu?"

"Biliyorum konuştuk. Yani sen konuştun , ben diledim."

"Saçmalamıyorum. Canım acıyor zaten."

" Kaşım yarıldı, kanım boşaldı, midem bulanıyor, şaşkınım... İyiyim, iyi."

"Gelme. Yarına kadar yalnız kalmak istiyorum. Sakın gelme. Ben gelirim. Adresi at mesajla. Adresi ve saati ve celladın adını !"

"Saçmalamıyorum! "

         Dayak yemiştim. Bir karga ailesinden yavrularını görmediğim için dayak yemiştim.
         Gözleri geldi gözlerimin önüne …sülale boyu kuzgun karası dehşet saçan gözler. Dinlediğim bütün karga-insan hikayelerinin baş kahramanı oldum birdenbire.

        ”Yüzyıl uçmayı öğrenemeyen karga ve kırk yıl bir karga ailesi tarafından didiklenen kadın! ” 

        Unutmayacaklar beni. Değil yarın, belki bir daha hiç dışarı çıkamayacağım. Tüm kapıları tutacaklar ve sadece beni hatırlayacaklar. Nerede, ne zaman bir karga yavrusu tehlikeye düşse annesinin dalından, gelip beni didikleyecekler. Unutmayacaklar işte. Hiç bir zaman, kapkara,kuzgun karası bir inatla.
        Titreyen bacaklarım ha gayret.
        Ben odadayım, kağıt sokakta. Ayaklar altında.
        Adı: Selmin .
        Bir zamanlar düşük tehlikesiyle annesini dört ay yatağa bağlayan Selmin. Babasının çağrısını duyan, istemese de ağlaya ağlaya gelen, anasının celladı Selmin.
He heeyyy,sıradaki gelsin ! Öğğğğğğğkkk... öhö ... ö hö..." Battı. Her yer, her şey."

         Bip... bip
         Aman geç kalma! Hemen yolla mesajı. Aman geç kalma ,vaz geçerim. Açmayacağım. Sabaha kadar bilmek istemiyorum. Ne istiyorum?
          Soyadı: Dinç
          Peki ya Sen…beni duyuyor musun? Vücudumun sessiz sakini! Ne istiyorsun? Yine saçmalıyorum, tabii ki İstiyorsun. Adı: "pozitif"
          İki kişi istese,üçüncüye ne halt etmek düşer?Dalımdan kendi ellerimle itip düşürebilecek miyim? Bunu gerçekten yapabilecek miyim?
          Mesajda dese " Selmin ben yapamayacağım. Konuşmaya geliyorum. Konuşalım. ", " Seni, sizi seviyorum" dese. Saçmalama. Soyadı: Dinç

           Perde! Gölge! Geldiler yukarı geldiler. Beni arıyorlar. Hayır vermeyeceğim... Kağıdı verdim, bebeğimi vermeyeceğim defol kara... martıymış. Deliriyorum. Gözümün içine bakıyor. Biliyorum birazdan havalanacak. 
           Gah gah gah gaaaaaahhhh...Zavallı, çaresiz, korkak, plan yapan akıllı insan!
           "Alo Zafer! Konuşmamız lazım. "

                                                                                                                           Ayşecan Kurtay
                                                                                                                                22-05-13
devamını oku

21 Haziran 2013 Cuma

Saat Çalar





 “İlk defa onaltı yaşında “Bu ev artık misafir evin!” deyip evlendirdiklerinde çaldım… Çocukluğumu bırakmadım ardım sıra. Büfenin rafında benden başka kimsenin farkında olmadığı altın sarısı bir saatti. Aklım erdi ereli pilini değiştirir, tozunu alırdım…
Altı sene boyunca baş ucumda, dayanılmaz zamanlarda göz ucumdaydı çocukluğum. Önce kadın dediler, sonra üç çocuklu dul kadın! Oysa üç çocuklu bir çocuktum ruhumda, anılarım akrep ve yelkovanda.
    İkinci saati bir aylık çalışma karşılığımı artı bedel ödeyerek almak zorunda bırakıldığım o tozlu fabrika odasından kaçarken çaldım…Masada duran elektronik bir saat…tik takı bile yok…ama bırakmadım umutlarımı, korkularımı… ne yaşadıysam gözüm saate takılı hepsini aldım. Hiç bir zaman, hiç bir yerde benden yaşam karşılığı sökülüp alınan zamanımı bırakmadım…
    Yedi yıldır çalıştığım hanımımın yanı başındaki saati alana kadar kimsecikler anlamadı…Kimbilir bu sefer birileri anlasın istedim belki. Saate bakacak ve bulamayınca şaşıracaktı… Bakacaktı, çünkü tam çay saatiydi. “Haydi kızım çay koy!” demeden iki dakika önce, çaldığımın anlaşılıp dayak yemeden bir saat önceydi. Değerli zamanlarını takip ettikleri saati bir anda cebime indiriverdim, tik takları kalp atışlarıma karıştı. Akrep, yelkovan gözümün önünde yedim dayağımı tıpkı çocukluk yaramazlıkları gibi, ağlayarak.
    İşte bu kadar Hakim Bey. Ben zaman çalıyorum. Nerede, ne şekilde istemeden can derdine bıraktıysam zamanımı, çalıyorum. Kendimi tutmuyorum. Alın benden istediğiniz zamanı, nasıl olsa bir yolunu bulur onu da bırakmam burada.”
   Gözlüklerinin üzerinden dikkatle dinleyen hakim elindeki kalemin kapağını kapattı. Gözü kürsünün tam karşı duvarında duran büyük saatte.
-Yaz kızım…
devamını oku

14 Haziran 2013 Cuma

Son Tren; İçine Biber Gazı Dolmadan


Son tren 18-Haziran-2013 günü seferini tamamlayacakmış içine biber gazı dolup hatıralarım gölgelenmeden.

Yirmi dört ay tren yokmuş. Değişim kaçınılmaz. Salı günü, tam dört gün sonra içine kumu, kovayı, çocukluğumun bütün anılarını toparlayıp garaja girecekmiş.

Bakırköy’den Florya’ya hareket eden bir tren; plaj coşkusu, havadaki bulutları izleyen cama yapışık çocuk gözler, akşam pespembe olacak yanaklar, anne eli, abla, teyze ve kuzenler, dönüşte bir külah Roma Dondurması…

Bazen Ankara yolu, cebe konan tarçınlı sakız. Çantalarda biraz meyva, börek ve meyva suyu. Aroma; üçgen paket, vişneli.
O tarçınlı sakız; gülerek bakan arap bacı… Aklın cebindedir binersin trene. Biner binmez ağzına atasın vardır, yok atmazsın, en doğru anı beklersin. Yolculuk uzun. Çuf çuf, tıngır mıngır sallana, yana alınacak yol. Cam kenarı. En çok ters oturmayı seversin. İstasyonun yavaşça geride kalışını, yerini ray yollara bırakışını izlemeyi. Yollar akıp gider, aklın cebinde, uykuya dalarsın bir müddet sonra. Başın annenin dizlerinde… Bir hışırtı dolar kulaklarına,çekip getirir seni vagona. Meyva suyu ve börek. Tarçınlı sakız cebinde. Tren varıp indiğinde de çiğnenmemiştir o sakız. Hala en doğru anı bekler, çünkü sadece bir tanedir.

Kum, kova, dondurma, tarçınlı sakız…

Yıllar geçer…Atölyenden çıkarsın. Kadıköy. Vapur iskelelerinin önünden geçersin, insanların arasından. Bir simit veya çatal alırsın. Yol boyu, deniz kenarı çay bahçeleri. Kokusu bile simidine çok yakışır. Hoparlörden kaptan seslenir “Boğaz Turuuuu on dakikaya kadar hareket edecek. Siz de Boğazın güzelliklerinde hoş bir gün geçirmek istiyorsanız katılın. İstanbul Kart, akbil geçerlidir.” Bez afişte yazar : “Bir buçuk saat Boğaz Turu 12 TL “ Martılar hazır peşine takılıp gitmek için. Otobüs duraklarının ardı dizi dizi minibüsler. Önce sağa, sonra sola, tekrar sağa, öne, arkaya, çapraza… Tekrar sakinlik. Haydarpaşa yolu. Son balık ekmek kokusunun da içinden geçip ön taraftan dolaşarak gara girersin. O çok sevdiğin gara. Bütün kokular üstünde iyot, egzoz, balık. Trendesiniz. Kum, kova, dondurma, tarçınlı sakız çoktan orada.

On sekizinde son seferini yapacakmış.
Galiba seviniyorum...


garibim;
ne bir güzel var avutacak gönlümü,
bu şehirde,
ne de bir tanıdık çehre;
bir tren sesi duymaya göreyim,
iki gözüm
iki çeşme.

Orhan Veli Kanık


devamını oku

Deniz Kokusu

ayşecan kurtay /


Akşamüstü… İçime deniz kokusu çekmek istiyorum.Biber gazının kokusu ılık ılık burnuma doluyor . İçimi çekiyorum. Bir yerlerde birileri hak istiyor.Sahildeki taşıma gidiyorum…sapasağlam toprağa kök salmış kütle.Seyrine daldığım deniz çok uzaklarda. Önüm sıra taşlar uzanıyor… Göz alabildiğine ,bir biri içine dönen liman kolları…kollar henüz boş ama gözüm denizi alamıyor..uzakta…sadece bir grilik.Martılar bile deniz kuşu değil artık… Bu taş bildiğim taş hiç değil …hava kararıyor.

Bir anda yön değiştiren rüzgar; ürperdim. Zaman, mekan birbirine karıştı;katmanlar arası geziniyorum,neredeyim bilmiyorum.Kulaklarımda ağaçların hışırtısı. İçime çekiyorum. Mis gibi deniz kokuyor. Kalp çarpıntısı… gözlerim açılıyor.

14-06-13


devamını oku

9 Haziran 2013 Pazar

Dış Kapı Kapandı

ayşecan kurtay
"Özlemek vakit alır" diye okumuştum. 


Rahattım kapıyı kaparken. Vakit vardı. Ayak seslerin merdivenlerde. Acelesiz, ama burkucu bir kararlılıkla. Basamaklar bitti. Sesini duyamasam da en fazla dört adım atmışsındır dış kapıya varmaya. Otomatın sesi. Kapı yine gıcırdayarak açıldı. İyi ki yağlatmadım Halim efendiye. Bir an bir duraklama. Nefesim tutulu. Bu kadar sürmezdi kapanması. Biliyorum bir an… Bir an vazgeçtin… Biliyorum. Sonra açtın ve dışarı çıktın ve kapandı. Bunu da biliyordum. 

Cama koştum. Gözlerime doldurup seni,  vakti ertelemek için. Dümdüz karşıya geçtin. Sola döndün, yol boyu ilerledin. Gözden kaybolacağın ânı kollar oldum. Yürüdün. Yürüdün. Başımı cama daha bir dayadım. Bir kaç insan geçtin. Yürüdün. Tek bir anda… Gözlerim doldu…  Yokluğunla. Duvar saati boşluktan yararlandı. Tik takları sarstı önce kulaklarımı, sonra bütün zayıf noktaları. Vakit geçiyor. İçim bulanıyor. Hangi ara fotoğrafın geldi elime. Bir an hafifledim. Yalancı iyilik. Bulantı gözlerimi de sardı. 

Ne çabuk özledim.
devamını oku

7 Haziran 2013 Cuma

Ali Geçer




 (Galapera Fanzin- Haziran 2013)      
Beyaz floresan aralanan göz kapaklarından kanırtarak içeri sızdı. Kapadı gözlerini nerede olduğunu anlamaya çalışırken.
” Ali abi! Uyandın mı? Ali abi?”
Çaycı Rıza’nın sesi.
”Abi, ben doktora  haber vermeye gidiyorum,hemen geleceğim.”
’Doktor mu? Kalp krizi geçirdim herhalde ‘.
devamını okau

27 Nisan 2013 Cumartesi

Deli Çınar



"Hiiiiii....." Parkın karşısındaki üç katlı binanın üçüncü kat balkonundan iç çekişi yankılandı deliAyten'in. Kimse dönüp bakmadı.
"Guguklu saat!" diye seslendi köşedeki manav Ahmet,  kese kağıdına üzümleri doldururken. Ayten duymadı. Ali amca duydu. "Yazıktır gülme garibe" dedi kese kağıdını alırken, rahatlamış bir vicdanla.

Kangren saate bu defa balkonda yakalandı Ayten'in sağır, dilsiz ablası Nejla. Kapadı gözlerini alelacele. Ne Ayten kaldı, ne de hergün tekrarlanan çırpınış balkonda.
"Ablaaaa... Sana diyorum ablaaa... Aç gözlerini...
Ablaaa...Bak ne deyeceğim...ablaaa...Birazdan gelecek,tam  karşı banka oturacak “
Koca çınar duydu.
Nejla etrafında dönen huzursuz esintiyi hissetti, gözleri kapalı bekledi. Kendini odasında düşündü. Yorganın hemen altında. Sadece kendi nefesini hissettiği anda. Mahalle sustu. Dinlemek için değil , yoktum der gibi.

" Niye hep boş olur, bi düşünmeyecek.
Neden bir Allah ın kuşu gelip cıvıldamaz tepede, tek bir sallanan kurumuş yaprağı yok,
neden rüzgar bile ara sokaklara dalar da dalını kıpırdatmaz diye düşünmeden oturacak, içimi dağlayacak ablaaaa."
Balkonda huzursuzluk ritmini arttırarak gidip geldi. Yere vurup şakırdayan terlik, Nejlanın midesinin üstünde de titreşti. "Atlasa da aşağı kurtulsak!" düşündü ve üzüldü. Gözkapakları acısını sızdırdı.
"Ablaaa çınar bile küskün çınarlığına bilirim.
Bu kadar güçlü eğilmezligine kızar bilirim.
Bilirim de döker bütün yapraklarını ağlar gibi Eylül e varmadan"

Balkon; demir kafes.
Sokak; sessiz nefes.

"O koca bedeninde iyileşmez yarası durur taptaze;
kurtlar kemirsin de için için, bir anda devrilsin diye.
Beni görür bilirim ablaaa...beni görür...
o gün kenetlenmişti ruhlarımız bilirim."

Kırmızı hırka...göğsünde sıkılı parmakları arasında tortop.

"Nasıl da kendinden emin dimdik tutuyordu o koca gövdesini.
Neler gördüm ben neler der gibi.
Neler gördü ne bileyim abla,ama o gün gördüğünü bilirim, bilmez olaydım!
Suyu kuruyasıca koca çınaaaar!"

Gidip gelmelerin rüzgarı sertleşti. Nejla gözleri kapalı ileri geri sallandı dört ayaklı iskemlede. Anasının kucağında sallandı, baba dayağı yediği fırtınalı günde.
"Hadi şimdi!" dedi için için. " Hadi şimdi" dedi nefes nefes. Sonu gelmedi devinimin.
"Hiiiii....Dimdikti, eğilmezdi ya, 
İbrahimim deli çınarın önündeki banka gelirken,
bana gelirken
yoldan çıkmış bir araba
ve dimdikliğinden vaz geçmeyen  koca çınar arasında ,
gözlerinde ben,
gözlerinde anlayamamanın korkusu,
belki de anlamanın tasası,
kırmızının en koyusu ayrılığın rengi.
Hiiii  ablaaaa...
Yemin billah o gün bugün gözümü ayırmam üstünden.
Kimseler önünde oturamaz hissederde laneti."
Balkonun kıyısından bir  karga geçti pürtelaş. Rüzgarı Ayteninikine karıştı. Nejla bilmedi. Her şey durdu bir anda. "Bitti mi?"  Gözlerini usulca açtı Nejla. Kırmızı hırkasına dolanmış elleri, Ayten demirlerin dibine çömelmiş ileri geri sallanıyor. "Bitmemiş" Kapamadı gözlerini.

"Ama o oturuyor her akşamüstü aynı saatte.
Hiiiii...İşte,geliyor."
Kocaman açılmış gözleri,
yumruk ellerinin ortasından geçen balkon demirleri.
"Bak,bak aldırmadan, emin adımlarla geliyor.
Bin kere ölsem yine gelirim der gibi geliyor.
Adı İbrahim olmalı! Kokusunu da değiştirmiş  olmalı. Hatta tenini, kirpiğini, gözünün rengini. Ama  o gelişi yok mu?...adı mutlaka İbrahim olmalı.
Otur İbrahim otur için rahat olsun. Kuş bile kanadını çırpamaz bilir de varlığımı. Otur sen, o kara kuru kızla buluş!"
"Hah ha haaa haa..." kahkaha çınladı; usulü bilen mahalle geri döndü. Ufak ufak hareketlendi.
"Hah iste göründü köşeden tıngır mıngır.
Onun da adı Zarife olmalı... Hani şu sokak var ya…Zarife…kerhanecinin sokağı.
İşte buluştun. Aldın sıcacık avuçlarına Zarifeninkileri. Tamam işte kalkın gidin, ellerim dondu ayazda. Kimbilir kaç İbrahimim var sırada."

Bir gün mahallenin sessizlik saatleri dozerlerin uğultusuyla doldu...mahalle hep sessiz kaldı. İkinci gün çınarı da çevreleyen çitler çekildi. Çınarın bir karış üst dalları kaldı karşısında Ayten’in. Ayten ileri geri sallanarak balkonda, gözleri açık izledi. Nejla anlamsız sesler çıkararak bağırır oldu hemen yanı başında. Bir hafta sonra çınar yok oldu. Ayten sessiz ağladı, hep ağladı. Nejla ulurcasına bağırdı. Mahalle sustu, hep sustu. Ne duydu, ne gördü.


Ayşecan Kurtay   21/10/12

devamını oku
Blogger Template by Clairvo