17 Temmuz 2013 Çarşamba

Gri Geri Geldi



     
     
      Bir bahar günüydü. Gri geri geldi.

      Gitmişti. Epey bir vakit önce, deniz mevsimi. Güneş bütün karanlıklarımı aydınlatıyordu. Darlanmış olacak ki çekti gitti bir akşam iyot kokulu, balık masasında.

       Sessiz,sedasız,kedi patisiyle gitti.

       O gün ansızın geri döndü. İçime değen kıvılcımı farkettim. Vakit kaybetmeden dumanını üflemeye başladı. Boğazım tıkandı. Öksürdüm. Ciğerlerimi sökercesine öksürdüm. Ciğerlerimden sökercesine. Nafile. Hiç şüphem kalmadı. Bu oydu. Bana sormadan geldi,kapıyı açtı ki aralık kalmış geceden,istediği yere teklifsiz oturdu. Oturmakla kalmadı iyice kaykıldı,yerleşmeye niyetlendi. Gri geri geldi. İçimi daralttı.

      Gitmemiş miydi yoksa? Gölgelere çekilmiş, gizlemiş, sonsuz döngü.

      Gözlerime ulaşması birkaç gün sürdü,sürmedi. Papatyalar renklerini kaybetti. Kokulara dokunamadı. Gizledim. Ben de onu gizledim fark etmedi. Belki de aldırmadı. Bir an sonra sevdiklerimin yüzlerini, ellerini, kollarını sardı. Herşey tek düze bir grilikte, yıkık-dökük evlerin gölgesinde, tozlu bir otoban. İniş-çıkış yok.
     Avucumu kokladım. Derin derin. Hücre çeperlerine sarılı anılardan kokular bulmaya. Eser miktarda , tek tük. Başım bulandı. Aynada gözümün bebeği bile gri. Bakamadım. Gözlerimi kapattım. Anladım. Uykuya zorluyor beni. Son amacı rüyalara sızmak...
devamını oku

16 Temmuz 2013 Salı

Kesik Süt


Ilık ,yumşak,güvenli bir keseydi çocukluğum. Sağıldım. Hayatın sertleştirdiği ellerle sağıldım. 

Coşkundum,beyaz,taptaze.


Başımda gökyüzü,içimde kese serhoşluğu.Hoplayıp zıplamışım,deli deli salınmışım bir zaman.Koku yayıp iştahlara dokunmuşum. Bitti.

Serhoşluk bizde de kalmadı. Zamanını doldurdu,usul usul çekildi.Çekilirken topladı tüm dağınıklığı,taşkınlığı.Saf,berrak,dingin. Duruldum.

İşte elim,kolum,varlığım. Yüreğim,gökyüzü bir.
...
...
Derin bir nefeste an'larım. Herşey olmaya oturdum.Bekliyorum.Ne olmam murad ediliyorsa ...bekliyorum.
...
...
Beklerim.Herşey akıyor çevremde. Gözlerim kapalı. Gözlerim açık. Her şey birbirine dönüşüyor. Gölgeler hızla yer değiştiriyor. Gün yükünü almış. Duruyorum.Dururum.
...
...
Etrafta içimi yakan bir düzen,bana dokunmayan. Kesif bir sis kaplamış bütün gözleri. Ben;gören ve görülmeyen.
...
...
Bir sızı. İğnebaşı bir karadelik belki. Kokum,tazeliğim,dinginliğim kayıp gidiyor bir bilinmeze.Bir kurt düştü içeri çırpınıyor. Çırpındıkça ayrışıyorum. Peltelenip dağılıyorum.Dönüşüm beklerken,ölümüm geliyor. Kulağım yaklaşan ses arıyor,onlar kaçıyor.Sağır oluyorum. Kör oluyorum.Hiç tanımadığım bir koku sarıyor etrafımı.Bulanıyorum. Ekşiyorum. Ziyandayım.
...
...
Çiftçinin gözlerinin karası düşüyor üstüme. Gördüğünden memnun.İçimde bir acı. Biraz daha ayrışyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Teslimim.
...
...
Kefenleyip bırakıyorlar bir köşeye. Ne oldu anlamıyorum. İçimde bir kalp çarpıntısı. Tüm safralar akıp gidiyor. Paramparça bedenim sanki bir bütün. Hâlâ varım. Hatta sanki şimdi varım.
...
...
Kefenim dediğim tül perde kalkıyor. Usulca bakıyorum etrafıma. Beni gören gözler. Kara kara,keyifle bakan gözler.
Hızlı değilmiş yolum.Sadece uzun.

Peynirim!
devamını oku

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Üvey

    Babalık sokaktan eve doğru ilerlerken komşu çocukların başını okşuyordu. Gülümsedim. O eli tanıyordum. Kapı kapanınca dehşet saçan o eli. Galiba üveydi. Ayça'nın da babası üveydi, ama Ayça mutluydu. Babalığı babaydı. Bizimkisi kötü senaryolu filmlerdeki kadar babalık. İyi ki üveydi. Hiç bir kan bağım yoktu pençe parmaklarla. Sizin iyiliğiniz için diyordu. Daha iyi olun diye. Yanlışsınız... ve ben bunu düzelteceğim. Kesin üveydi yoksa canım çok acırdı. Ama bir gün canım acıdı... 
    Bir büyükbabam sevmişti beni. Bir tek büyükbabam. Evimizi de, odamı da yapan Büyükbabam. Ocağımızı kuran. Tanısaydı ölürdü. İyi ki tanımadan öldü. Bana bir defter bırakmıştı. Kalınca. Büyüklerin yazacağı dilden. Başıma gelebilecekleri de, neler yapmam gerektiğini de anlattığı bir defter. Okudum. Anladım. Bir gün babalığın eline geçti. Okudu okudu anlamadı, anlayamadı da hırslandı. Zırva deyip fırlattı camdan aşağı. Canım acıdı. Bağırdım. Avazım çıktığı, gücüm yettiği kadar. Tepindim. O benimdi. Elime geçirdiğim kepçenin sesi çınladı mahallede. Şamar gecikmedi. Ben dedi, daha iyisini yazarım ne var bunda? Alt tarafı kağıt parçası. Oturdu yazmaya. Kargacık burgacık. Yazdı yazdı , okuyamadı. Boş işler bunlar diye gürüldedi. Kapıyı çarpıp çıktı. Komşu çocuğun başını okşadı. Cebinden şeker çıkarıp verdi. Ve gitti...
devamını oku

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Bursa Kuş Pazarı




    


Abla bizim de foğrafımızı çeksene!
    Hangi kanal?
    Gastede mi çıkcak?
    Oğlum meşhur oluyoruz lan!

    Bir gece takılı kaldığımız Bursa Kuş Pazarı belgeseli beynimizin bir köşesine kazınmış. Yolumuz Bursa'ya düşünce , hafta sonunu da yakalayınca haydi dedik... Kuş Pazarı'na.

    Pazar sabahı Bursa ; Kuş Pazarı
    Pazarın yeni yeri Soğanlı mevkii.

    Muhacir Pazarı' nın önünden geçip Kuş Pazarı'na varıyoruz. Sabah dokuz. En güzel kuşlar sabah altı civarında burada olur, el değiştirir diyor pazarın gediklisi.
    Başka kapıdan girseydik, ilk algım farklı olurdu belki. Ama giriş tek. Bacaklarından birbirine bağlı tavuklar, horazlar... Bir torbaya tıkılmış başı açıkta bir kaz. Bembeyaz. Sanki bir savaş muhabiriyim; esir kampına sürünerek girmişim. Gözlerime bakıyorlar, ben birşey yapamıyorum... Sadece fotoğraflarını çekiyorum. Sadece gidip sevebiliyorum, başlarını okşuyorum. Utanıyorum bir an. Patlamış mısır yiyerek mi seyretmiştim? Doğal yaşamlarında mı göreceğimi sanıyordum? Piliç çevirmenin önünden geçerken kokusunu içime çeken ben değilim sanki. Böyle karar veriliyor vejeteryanlığa ilk defa hissettim.

    Arada bıçkın bir delikanlı laf atıyor çıkarıyor beni karanlığımdan. Abla bak sana bir tane güvercin göstereceğim hiç gördün mü böyle bir şey? Eline aldığı güvercini öpüyor önce. Gözlerim açılıyor, inanamıyorum. Beyaz kürk paltosunun yakalarını kaldırmış boynuna kadar çekmiş bir siyah güvercin. Giydirilmiş gibi. Bir başkası avcunda tuttuğunu uzatıyor bak bu Japon! Gözleri inadına yusyuvarlak, kocaman açılmış bir güvercin gözlerimin içine bakıyor onaylarcasına. Evet ben Japonum.


    Abla hangi kanal?
    Kanal değil internete koyarım.
    Hangi site?


    Sorular hep yeni birini doğuruyor. Kuşlarla , satıcılar yarış halinde. Göğüslerini kabartarak gösteriyorlar kendilerini ve kafesleri. Bizimkiler on numara. Bir saatliğine girdiğimiz kuş pazarında üç buçuk saat geçiriyoruz. Sabah serinliğinden eser kalmıyor, güneş yakıyor. Tente kuramayan satıcılar kuşlarıyla birlikte güneşin altında bir umut bekliyorlar.

    Küçük kuşlar ... Stresli ve perişan görünüyorlar.
    Bunlar kaçak geliyor abla.
    E alıp satmasanız kaçak da gelmez. Ense tüyleri yok mu?
    Uyum sağlamaya çalışıyorlar... Çoğu telef olur zaten.
    
    Güvercinler daha şanslı.
    Yürüyorum. Kafes, kafes, kafes. Paçalı paçalı.
    Kaç sene yaşar bu güvercinler?

    Bakımına bağlı abla. Uludağ'da yaşayanla ben bir olur muyum? Adam sekseninde zımba gibi, ben kırklarımın sonunda; şeker var, kolestrol var, böbrek yetmezliği var.
    E doğru söylüyorsun.
    On-on beş sene yaşar iyi bakılırsa.
    Yok abla yirmi sene yaşar ya... Kafeste tutulmazsa.
    Ben yirmi beş yaşında gördüm abla.

    
    Güvercinler, muhabbet kuşları, tavuklar, horozlar, köy yumurtaları... Çeşitler, renkler... Fantastik bir dünya. Sarsıyor. Muhteşem kuşlar var. Sevilerek bakıldığı yerlere selam olsun... Gerçek kuş sever; severek , öperek gösteriyor güvercinleri . Hepsi de hallerinden memnun. Kameraya bile poz veriyorlar. İnsanlar, güvercinler harman olmuş. Arada hissedilen güçlü bir bağ var. İlk andaki şaşkınlığım çoktan yok olmuş.

    Sadece hayvanları kötü şartlarda bekletenlere sitemim. Ve yolunuz düşerse bir pazar sabahı Bursa'ya, görülmeye değer derim.























devamını oku

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Doğayı Seviyorum





Yağmur kokusu sarmıştı her yanı. "Doğayı seviyorum." diyordu çürük otların altında kalan yavru kedi leşinin üstündeki böceklere bakarak... Ve doğruyu söylüyordu. 
devamını oku

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Gitti, öldü.


Yarın gelmeliydi.
Aslında dün gelecekti. Aradı.
"Bugün gelebilir miyim? " dedi. Bir anda, öylesine. Üzerinden  yedi ay, beş gün  geçmemiş gibi. Memlekete gidiyorum, işlerimi halledip geleceğim dememiş gibi. Heyecanlanmayacakmışım gibi.
Heyecandan ölecektim. Gelseydi ölürdüm. 

"Bugün gelme , yarın gel!" dedim. Kalbim sıkıştı, sesim kurudu. Durdu. Telefonun ucunda sessizlik kaldı. Pişman oldum. 
"Olur."dedi. Sesi harflerini kaybetmişti, bulamıyordu. İğne deliği boşluk yutuyordu herşeyi canı, an'ı. Tekrar "Olur."dedi. Bekledim başka hiç bir şey demedi. 
"Yarın gel. "dedim tekrar. O çukura  benim de kelimelerim düşüyordu. Yeni bir cümle bulamadım. Düşüşlerini duydum. Düşen her kelimenin boşluğu kalp çarpıntımla doldu. Telefonu kapadım. Defalarca tekrar ettim ve o olup dinledim. Anlamış mıydı? Anlamadım. Bugün gelse ölürdüm. Anlamış mıydı? Öfke zannetti, hınç zannetti, kapris zannetti. Aşktı. Bekleyişti. "Ne olur yarın gelsin"di. Yedi ay, beş gün ölmeden yarını beklemekti.
"Bugün geleyim."dedi. Ölürdüm. 
"Yarın gel ."dedim... sadece "Yarın gel." 
"Olur." dedi.
Gelmedi. 
Gelemedi...
devamını oku

...

          



                       Gelme! demeseydi, gitmezdim.
devamını oku
Blogger Template by Clairvo