14 Ağustos 2013 Çarşamba

Hı hıı...

Biliyorum,
Ama anlayamıyorum.
devamını oku

martı

devamını oku

Koridor


    Biliyorum,burası bir koridor. Bu ışıktan,başka bir ışık ya da karanlığa. 

    Çıkmaz yol değil sadece bir koridor.Yine de korkuyorum. İlk adım bile değişim. Işık sırtımda.Giriş yolunu gösteriyor,yola yönlendiriyor,belki de eşlik etmek istiyor. Işığı seviyorum,ona tutunabiliyorum.Benimle gelebilirdi…ama gelmiyor. Beş adımda hep biraz eksilerek yumşacık bırakıveriyor karanlığıma…alıştıra alıştıra …yoksa …yoksa karanlık mı çekiyor beni içeri koparta,acıta…hayır…hayır…bu korku kesif değil…her adımla inceliyor sanki. Duyularım keskinleşiyor. Adımlarımın sesiyle yarışan kalbim yorgun, sakinleşiyor.
   Duvarlar ellerimin altında,soğuk,sert,pürüzlü. Kıskacına almış yapı şimdi bir ana rahmi… koruyan ve ileten… Gözlerim rahmin duvarlarına sinmiş ışık kırıntılarını yakalıyor…etraf öylesine karanlık, öylesine de belirgin. Bir koku  doluyor burnuma. Kendi kokumla birleşen ama yeni, yepyeni…tanıdık olduğu kadar keşfedilesi .   
   
   Koşmuyorum, acele etmiyorum. Adım adım yürüyorum taş zeminde. Adım adım değişiyor kalp atışım, merakım, algım ve kokum.
devamını oku

Sinek




Tam arkasında duruyordum. Yavaşça eğildim, dokunamadım. Yutkundum, fısıldadım...
"Dikili gözlerim saçının kırına,tüm yaşanmışlıklarının hemen arasına… Hoyratça koparamayacağın sağlamlıkta."

Duymadı. Ensesinden sinek kovaladı.


devamını oku

31 Temmuz 2013 Çarşamba

vesvese

Gece beliren, uyku kemiren karafatmalardı beyninde dolaşan. Göz kapaklarından içeri gün ışığı sızdımı en görünmez köşelere kaçışıyorlardı. Şanslı gününde, ruhunda bir iki tanesinin leşini buluyor, seviniyordu. Ölmeden önce son gayret sayısız çoğaldıklarını bilmeden.
devamını oku

26 Temmuz 2013 Cuma

Dopdolmuş


"... Sanki billur bir pınar
Ruhuma neşe sunar
Kahverengi gözlerin..."

-Ha, ne diyordum... Geçen gün duraktan tek bir yolcuyla kalktım. Allah'ın bir akıllısı yok sokaklarda , dışarıda hissedilen kırkbeş derece , içeride ellibeş.

-Doldurayım mı abi?
-Koy bakalım bir tane daha...aman ha gözüm! Su istemez...iki buz.

-Yolcu şöyle fiyakalı, caf caflı bir hatun. Haybeci birine de benzemiyor, belli okumuş, gün görmüş bol mürekkep yalamış, bizim gibi zırtapoz değil. Çekmiş üstüne lacivert bir elbise, gözlükler, mözlükler... sanırsın İngiltere Prensesi.

-Çiğ köfte bırakayım mı abim?
-Hadi bırak bakalım...Köse mi yaptı bunu?
-Evet abim...

"...Kahverengi gözlerin
Gözlerin yar gözlerin gözlerin..."

-Ha ne diyordum? Suadiye ye doğru yaklaştıydık, ağzını açıp ta tiz bir sesle, " -Şoför bey, müsait bir yerde inebilir miyim acaba?" demez mi?
"-Buralar müsait değil bana göre be ablam... Bostancı ya doğru çay bahçesi var orası müsait, ineriz..." dedim. Seninki kaskatı kaldı. Çaktırmadan aynadan dikiz atıyorum. " - Ayyy ne diyorsun ayol! Çabuk beni indir!" diye tıslamaz mı?

"...Gözlerin yar gözlerin gözlerin..."

-Eeee... Ne dedin?
-Ne diyeceğim... Kafamın tası zıplamış sıcaktan, bir de sesi cızırdıyor "- Hemen su koyuverme be ablam, ortala biraz da sol bek kesmesin." dedim. Anlamadı." Hanım abla! Kelam sallıyoruz öylesine. Yani diyorum ki -miyim,-mıyım...ya gereksiz, güvensiz sual, ya da emir! Ofsayta düşüyorsun!" dedim yine anlamadı.

"...Ufuklar kadar derin
Kahverengi gözlerin
Gözlerin yar gözlerin gözlerin..."

-Hadi Şükran Ablama.
-Ben içmeyeyim be abi.
-Bırak, kelek yapma şimdi, konuşuyoruz, gidersin...Ne diyordum ben?
-Müsait bir yerde inmek isteyen ablayı anlatıyordun.
-Ha tamam... Anladım Suadiye de inmek istiyor, geçmişiz. Bunun yüz alı al, moru mor. "-Suadiye yi geçtik dursana be adam!" diye nakarat sarıyor.
-Durdun her halde?
-Dururmuyum? Bastım gaza! "Ha! hanım abla" dedim. Hani biraz önce şoför beydim?
-Oğlum, ileri gitmişsin, kocası, mocası vardır ,çeker vurur.
-Ne vuracak. Bana dua eder. Kadına net olmayı öğretiyoruz.
-Eeee...
-Seninkinin içindeki aşifte baş gösterdi... Bana sapık mısın, indir çabuk" demeye başladı. "Hah" dedim. olmuyor ama sapık mapık." Kadın koptu ,saydırıyor. " Hoop ağır ol." dedim. "Gelipte bu havada bana müsait bir yer filan dendi mi tepem atar, taksiye diyor musun müsait bir yere kadar götür diye." dedim. Dinleyen kim? Yağdırıyor. "-Güzel ablacım lafıma tabanca sıkma, doğru dürüst ineceğini söyleyene kadar durmayacağım! De! gideceğin yere kadar bırakmayan ciğersizdir." dedim. Dese, evine kadar götürüp bırakacağım, derdimi anlatamıyorum ki.

"...Hani söz vermiştin bana içmeyecektin
Yine başın dumanlı kirpiklerin ıslak
Gözlerin kanlı kanlı ah delikanlı..."

-Deme be abi.
-Feriştahım şaşmış zaten, gözlerini pörtlete pörtlete. "Seni hayatta kimse anlamıyor di mi? dedim. Kocan, çocukların, konun,komşun. Kimse anlamıyor! Bir şeyler geveliyorsun ama anlayan yok di mi?" dedim.

-Ahmet oğlum bir sigara kapsana,hadi koçum!

" Bak bu araba Bostancı ya vardı mı motoru susturur. Gel sen hızlıca bir düşün ne demek istediğini söz gideceğin yere kadar bırakacağım." dedim tekrar. Karı anlamıyor, arızaya bağladı bir kere. Benim okumuş hatun fantezisi yerle bir.
-Abi kocası vuaracak seni.
-Yok be,anlatmaya utanmıştır. Bir daha yazın çalışmayacağım, semeri devirip yatacağım. Ohh azıcık aşım ağrısız başım.

"...O zalimin adını anmayacaktın
İçip içip hep böyle yanacak mısın
Resmini eline alıp bakacak mısın
Yollarına bakıp da ağlayacaksın..."

-Nereye kadar gittiniz böyle?
-Bostancı ya kadar! Ciyakladı durdu kaltak. Bostancı ya gelince tutuşturdum eline 3 Lirasını. " al şu 3.00 TL nı, git şu arabaya anlatmaya çalış ineceğin müsait yeri. Net ol ablam net! Ne meliyorsun inmek için. Al bak 3.00 TLya hayat dersi." dedim. "Bulamazsın.Bundan sonra beyin frekanslarını düzene sok ve net yayın yap. Suadiye de ineceğim şoför bey. O ka. Ben bunu istiyorum, net. Bak hayatın nasıl değişecek. Hadi ablam istediğin yere de şikayet et. Yeter ki ne dediğini tam söyle. Hadi sağlıcakla." dedim.
-Abi! Abi şu takım elbiseli adam sana bakıyor.
-Hangisi?
-Şu işte... Sarışın kadının yanındaki.

"...Hani söz vermiştin bana içmeyecektin
Yine başın dumanlı kirpiklerin ıslak
Gözlerin kanlı kanlı ah delikanlı..."

-....
- Abi! Sarardın...hişttt abi?



devamını oku

22 Temmuz 2013 Pazartesi

​Ataköy Taşlık Sahaf Kahve...


   
 ​     Ataköy Taşlık Sahaf Kahve...
       Her kelimesi büyülü. Daha ilk kelimesi  bütün çocukluğumu saklıyor. Anneannemin  evinin taşlığı beliriyor diğeriyle. Kokular doluyor ruhuma hemen ardından. Kahve ile hemhal yıllanmış kitap kokusu. Kalbim çarpıyor. İnsan kitapların arasına ne kadar çok yakışıyor.

     Konuşmalar, kahkahalar, mırıltılar, iç sesler. Kaç kişiyiz şu an? Kahramanlar raflarda hayatlarını tekrar ve tekrar yeniden yaşıyor. Omuz omuza, sırt sırta duruyor yazarların ara yüzleri.
     Panait İstrati " Minka Abla". Kitap elimde ama ne zaman aldım, nereden aldım hatırlamıyorum. Çok kalabalık, öyle böyle değil ne çok ses titreşiyor, yankılanıp tekrar tekrar çoğalıyor. Bakarsan kimse konuşmuyor. Onbeş dakika kadar geride kalmış sohbetler, hemhal oluşlar. Dikkatle dinlersen duyarsın; fonu saran yumşacık müzik ve kalem sesleri. Kurşun kelimelere dönüşüyor, kalem elden habersiz varolma çığlıkları ata ata yazıyor.

Minka Abla'yla dışarı çıkıyorum. Dizlerimde oturuyor. Ufak tefek bir şey. Hafif yıpranmış , solgun krem rengi yüzü yıllar içinde beklemekten çillenmiş. Güneş değince biraz canlanıyor. Sessiz sedasız oturuyoruz . Ellerimin arasında, gözlerim kapalı. Kaç el izi saklıyor solgun cildinde hayal ediyorum. Isınıyor, bana alıştı. Yavaşça aralıyorum. Tanışma heyecanı. Yabancılık duygusu. İç sesim kendini ayarlamaya çalışıyor. Ses oturuyor, resimler canlanıyor. Akıp gidiyor satırlar.
" ...
      Minka ile Zamfir'in babası Alekse Vodinoy, kız kardeşi Katerina 'ya hitabederek -Bu günaha bir son vereceğim diyordu. Kadın yarım saatten beri onu dinliyor ve bir duvar gibi susuyordu. Susuşunun sebebi vardı...
                                                            ..."
     Susuşunun sebebi vardı...
     Rüzgarın savurduğu, dumanını dağıtmış bir kül közü düşüyor sayfanın orta yerine. Küçük bir delik oluşuyor. Erafı kara bir delik. İzliyorum. İzleyişimin bir sebebi vardı herhalde. Kelimeler yok oluyor. Harf harf yutuyor delik. Tütüyor.  İki kat, üç kat, dört kat, sayfa sayfa derinleşen bir kuyu. Yutuyor beni. Susuşlarıma fırlatıyor. Nedensiz susuşlarıma. Hiç bir yere varmayan, çözüm olmayan susuşlarıma.

     Küçük bir çocuğun uzaktan gelen çığlığı sarsarak çekip çıkarıyor kuyudan. Hava serin, ürperiyorum. Çay kokusuna sığınmak var şimdi. Kalem seslerinin arasına sokulmak, usulca, köşede kılıfındaki kanuna bakıp neler çalındığını hayal etmek var. Herkes susukun. İç sesler çığlık çığlığa. Kalemler harekette. Burnumda biraz çikolata, en çok da kitap kokusu. Elimde yine Minka Abla. Bırakmıştım bir kenara ne zamanaldım hatırlamıyorum. Ne istiyor acaba benden Minka Abla  Ataköy'de, bu Taşlık Sahaf Kahvede; on, onbeşi göz önünde, yüzlerce yazarın önünde. Bilmiyorum, hiç bilemiyorum.

     Yorulan kalemler şöyle uzanıyor masanın üzerine, doyumlu. Eller rahat, öpülesi. Oturuyor, konuşuyorum. Aslında köşeden olanı seyrediyorum. Sanki bir çok noktada birden varım.  Beni kuyuya atmaya meraklı çok şey var burada.
Zaman mı?
Kokusu tanıdık katmanlı bir zamanın varlığı.
Bütün fotoğraflarım siliniyor makinamdan.
Sadece kokular ve kelimeler…

​                          Ayşecan Kurtay Nisan 2013


VİDEO : Ahmet Kömürcüoğlu
               https://vimeo.com/64428021
devamını oku
Blogger Template by Clairvo