25 Ekim 2013 Cuma

...bir yol!

Bir yol! Yürüyorlar. Belli, belirsiz izlerini bırakıp ömrümden geçiyorlar.

devamını oku

22 Ekim 2013 Salı

Cepte Unutulan Para

Tam üç yüz lira. Bir montumun cebinde. Gel de inanma hikmete, mistik düşüncelere. Nasıl unutur insan? Tam üç yüz lira. Ödenecekler listeleri... Cüzdan kuruş kuruş hesaplanmakta. Ali, Veli takke değiştirip duruyor etrafımda. "Nereden bulacağım?" kemiriyor sinsi sinsi. Tamam iki ay sabrederim... Yalan! Ancak iki gün sürecek sabır... Hayal kur! Otur hayal kur! Bu senin seçimin. Otur adam gibi Evren'den iste... 

Evren'den gerizekalı olmayı iste. Cebinde üç yüz lira unutup kredi kartına borçlanmayı. Sonra da bulup " Evren sen ne muhteşemsin!" diye ermiş edayla ağdalı nağmeler at! Bulduğunu faize yatır.  Karikatür geliyor aklıma. "Evren'e pozitif düşünce göndermiş miydiniz?" diye soran bir uzaylı..."Evet!" gözleri çakmak çakmak azıcık ahmak Dünyalı. Kilit cümle " BEN ONU YEDİM!" Yesin tabii. Ben unutayım Evren ödülü üstlensin. Tam üç yüz lira. Eski tabirle üç yüz milyon lira. Evren'im benim. Elimde paralar, hırsımdan göz pınarımda damlalar...
devamını oku

...


                            Ne de hızlı kokuşur öldürülmüş zaman leşi!
devamını oku

21 Ekim 2013 Pazartesi

Cihangir'de

 
 Cihangir’de


  Bütün sanatçıları uykuda mı Cihangir’in? Simitçi ayakkabı boyacısı ile sohbette boş tezgahının ardında. Saat sabah dokuz buçuk. Beklenen simitler yeni geldi. Hayat sabahın yedi buçuğu kıvamında.
   Firuzağa Camii önü. Rehavet her yerde hissediliyor. Fazla anım yok benim bu sokaklarda. Doğru değil! Hatırladığım hiç bir anım yok. Henüz içine girip dolanmamışım. Ne noktasına ,ne virgülüne heyecanla bakmamışım. Önceleri girilemez bir bölgeymiş izleğimde, sonra da girmemi gerektirmeyecek bir yer olmuş.

     “Şu taraf Çukurcuma’ya gider. Bu taraftan Taksim’e çıkarsın. Manzara istiyorsan o tarafa … Peki turşucuyu biliyor musun ?” “Hayır.” “O şu tarafta.”
    ! Şu taraftan gezmeye başlayalım diyen üç kişiyiz. Turşu suyu çekti. Bilincin altı,üstü bir olup şu tarafı seçti. Orada çocukluğumuzdan dem vurup turşu bardağı tokuşturmak var. Şerefe deyip kahkaha atmak. Orada dört olup yola yine üç devam etmek var.

    Kapının hemen önünde pembe zeminde yavrulamaya ramak kalmış bir kedi. Güneş vurmuş üstüne. Bir zaman evvel içeri giren üç büyük, üç çocuk olup çıkmışlar turşu suyu hikmetiyle. Pembe zeminde hamile kedi. Naifiz. İlk “aaaaaa…” yı salıveriyoruz hep bir ağızdan.
    Yol boyunca her fırsatta salıvereceğimiz “aaaaaa…” ların ikincisi ,ama dehşetlisi başımızı kediden yola çevirir çevirmez çıkıveriyor. Bir tabureye oturtulmuş bedensiz ama elbiseli bir cansız manken. Başında siyah fötr şapka, ağzına sokulmuş sigara, eller bilekten kesik, tam önünde,gri asfalt zeminde bir paket Marlboro. Bir kaç canlı adam taburede yanıbaşında. Hayallerindeki kadını ancak bu şekilde oturtabilmişler dizlerinin dibine.Çocukluktan geri sıçrayış. Anne karnına doğru değil, orta yaşlara, belki de biraz daha ötesine. Beynim sağlıklı hareket etmiyor. Etmeyecek de bunu henüz bilmiyorum. Her görüntünün bilinç altımı tetikleyecek sembollerle dolu olacağını belki hissediyorum, ama henüz bilmiyorum.
    Yolun karşısında bir tasarım mağzası. Soluklanma,tekrar uçuşmaya başlama. Yüzde gülümseme bu mağzadan çıkıp sol, sağ, sağ yapıyoruz tarif üzre. Sol, sağ, sağ kırkbeş dakika kadar sürüyor. “aaaaaa…” lar saça saça. Herşeyiyeni keşfediyoruz, şaşırıyoruz arada bir çakılıyoruz.Bu sokaklar hayat gibi. Fazla gevşemeye izin yok; ani bir korna, beklenmedik bir görüntü, akıl ve bilinç sıçraması, dehşet duygusu, zevk ve hayal dünyası.
    Eskiler; suskunlar. Suskunluğu teatral yaşayanlar. Yeniden hayat bulanlar. Camlar ve demirler arkasında çakışmış hayatlar,hikayeler yeniden kurgulanıyor. Baş devamlı binaları aşağıdan yukarı izliyor. Ve şaşırtmıyor artık yeşil kadife antik kanepede boylu boyunca duran tahta at.

     Bir kere “Hiiii…” çıkıyor ağzımdan. “Hiiii… çok ürkütücü!” Bu sefer çıplak bir manken kolları ve bedeninin altı yok. Başında sımsıkı bir deri başlık. Kulakları var mı? diye düşünüyorum. Kamerama saklanıyorum. Kamera görüntüyü çevreden koparıyor. O filme düşüyorum. İzlerken düşüp bayıldığım, unutmayı başaramadığım bir filme. İçimdeki vahşet duygusunu bana onaylatan o filme.

     Haydi dolaşalım dediğimiz andaki kadar masum değilim. Masum olmadığımı hatırladım. Turşucunun önünden geçiyoruz. Kedi yok. Hava bunaltıcı sıcak. Çocuk değilim,yorgunum. Cihangir’de Firuzağa Camii’nin önünde oturup düşünüyorum. Çevre kalabalıklaşmış. Projelerden, film setlerinden konuşuyor insanlar. Arada bir tanıdık sima.
     
     Evet ya! Cihangirdeyim.


                                                                      Ayşecan Kurtay 29/09/2013

Video Ahmet Kömürcüoğlu 
devamını oku

...











Çevirirken kitap son sayfasını;

şimdiki ben,ilk sayfadaki ben’e nasıl da yabancı…

devamını oku

19 Ekim 2013 Cumartesi

İç anlamlı kelimeler





İç anlamlı kelimelerini, iç sesimle okudum…anladım…onu değilse bile kendimi.
devamını oku

Hayalperest


   

   Kaç sayfa okudum? diye düşündü bir ayağı altında, kaykıldığı divanda. Diğer ayağının ucunda terlik, hayallerine eşlik edercesine hafif hafif sallanıyordu.
 Hava bu kadar karlı olmasa kesin uğrardı. Sayfa üzerinde gözleri gezindi. Uğrardı tabii ki. Hem kendi demişti .Yirmi küsur yıl sonra karşılaştığı çocukluk aşkı Serdar; evcilik oyunlarının baş kahramanı Serdar ayak üstü konuştukları alışveriş merkezinde demişti. “Uğrarım, Hatice Ana'nın da ellerini öperim “ demişti. Anası komşuda. Şimdi geliverse diye geçirdi içinden. Kalbi ritmini, terlik sallanmasını arttırdı, bir an sonra da fırlayıverdi sobanın yanına göremediği bir köşeye. 

   Gözleri çıplak ayağına takılı kaldı. " Düz düştüyse gelecek!… Ters düştüyse … … … başka zaman gelecek" dedi hafif bir sesle ve anında da pişman oldu. Hep bilmişti… En son Figen’in oğlunun üniversite sınavında barajı aşamayacağını ters düşen yaprağı izleyip de söylemişti. Tutmuştu ama Figen de bir daha konuşmamıştı. Böylelikle kimseye tahminini söylememeyi de öğrenmişti.Sıkıntı ile kitabın sayfasını kıvırıp bıraktı. Terliğe bakmaya korkuyordu.

   Tek ayağında terlik, diğer ayağının topuğuna basa basa on gündür sabahın köründe hayalleriyle birlikte uyandırdığı sobanın karşısındaki cama yöneldi. Kar durmuştu. Güneşin parlamasında cama yansıyan gözlerine baktı. Siyah saçlarının belirginleştirdiği gözlerine Serdar olup baktı. On günlük iştahsızlığının biçimlendirdiği vucuduna hayranlıkla baktı. Soluğu hızlandı.

Kapı çalındığında kalbi küt küt atıyordu. Yanaklarını al bastı.
 Biliyordum. Saçına giden elinin titremesini engelleyemedi. Sobanın yanından geçerken ayağına terliği geçirmisti bile. Duyduğu terliğin tahta zemine vuruşu mu, kalbinin kulağına çıkışı mı anlayamadı.Yanan elini soğuk tokmakta tuttu. Usulca araladı kapıyı.
 Komşunun kızı Naime… "
-Emine ablam bir kahve içsek de falıma bakıversen hı? Müsait misin?
" Tüm içtenliği ile gülümseyerek açtığı kapı beklenmeyen misafiri içeri çekmişti bile. " 
- Ben de kitap okuyordum…" dedi kekeleyerek.
 Kız içeri girmiş bir şeyler anlatmaya başlamıştı bile. Döndü, Emine' nin yüzüne baktı. "
- Aaaa Emine abla saçlarını siyaha mı boyadın ?" "
- Şey...Daha parlak görünüyor gibi geldi…
" "- İyi olmuş,iyi olmuş… Ama eskisi de güzeldi !"
 -de- kelimesi beyninde yankılandı Emine'nin. Kendini küçücük hissetti. Gelmeyecek! Saçlarımı siyaha boyadığım malum oldu… gelmeyecek. Bilemedim kara kurulardan hoşlanmadığını…mutlaka bir başkası vardır, sarışın, boylu poslu, genç mi genç… 
Mutfak yolu çok uzun ,kendisi her adımla daha yaşlı, daha bodur. Cezvenin sapında eli, Naime'nin anlattıkları kulaklarına ulaşmıyordu bile. 
Kaç sayfa okudumdu?…"
- Emine abla taşıyor…Emine abla…" 
Taşan kahvenin cızırtısı kalbininkine karıştı. Falda da hep ayrılık çıktı.
devamını oku
Blogger Template by Clairvo