31 Ağustos 2013 Cumartesi

Sıra İşi


     Laleli’nin kör sokakları.



     Tayyare Parmaksız İsmail son bali tüpünden kalanı torbasına boşalttı. Derin bir nefes çekti.
“Ne kopil gün be. Ne hammaliye, ne tırnak. Kuruduk.”
 “Ahhh…hıh ” Ciğerlerinde bir sızı. Derin derin çekti. An be an silindi gözlerinden bahar güneşine bile kapalı sokak. Önce karanlık;içinde eridiği karanlık. Çekti. Kulakları çınlamaya başladı. Gülümsedi. Sonra karanlığını yırtan ekranı açıldı.
“Hah hah haaa… Lan oğlum var yaaa. “ 
Açlık hak getire, her yer ışıl ışıl. 
“İşte bu yaaa… Hah hah haaa…”
 Temkinli insanlara çarpmadan, gözlerine değmeden sallapati bir beden birbiri ardına sokakları geçti. Saptığı sokaklardan biri çıkmadı bir başkasına. İçinde renksiz, dökük sıvalı evler. Hâlâ kış rengi pencereler. Kuru saksılarda bir umut yeşermeye çalışan yabani otlar. Siyah, kör duvara saplı lokanta bacasının intikamı; çıldırtan yemek kokusu. Taze ve sıcak ekmek. Çöktü duvar dibine.Torbasında bitmeye yüz tutmuş iksiri. İçi ürperdi.
 “Hah hah haaa … Lan burda her yer ekmek dolu. “
 Uzandı tutamadığı ekmeklere.
Çekişlerinin etkisiyle iyice çınlayan kulaklarına farklı bir şıkırdama doluyordu. Gözleri sokağın başındaki karaltıya döndü. Yaşlı bir kadın ona doğru geliyordu. 
-İsmail oğlum! Nerelerdesin? 
İsmail gülümseyerek baktı. Bir nefes çekti.
 -Hah hah haaa…
-İsmail bak sana ne getirdim. 
İsmail kolundaki şıngırtılara baktı.
 -Benim mi? 
-Al İsmail, hadi al.
 Oturduğu yerden kalktı, kadına doğru yalpaladı. Kolundan yakaladı.

    -Oğlum ben eve gidiyordum…Necmi Bey bekler.Gecikirsem ne derim?
 Uzaktan bir patlama sesi duyuldu. Önce kuşlar, peşleri sıra herkes belayı görmeye uzağa koştu, yakın iyice boşaldı. Kolundaki bileziklere yapışan oğlanın sarsıntısı ile iyiden iyiye silindi Hafize Anne’nin aklı. Şıngırdayacak kadar bir aralıkta kendine yer edinmiş bilezikler çıkmıyordu tombul bileklerden. Hırıltılı korku dolu, kimseye varmayan sesler döküldü sokağa. İsmail’in, koluna tekrar asılmasıyla yaşlı kadın yere düştü. Kalbi ne korkuya,ne de şiddetle çarptığı başının acısına dayanabildi. Kuytu, köhne sokak buram buram ekmek kokuyordu. Hareketsiz beden de vermiyordu bilezikleri. İsmail hediyesini istiyordu. Torbasını aldı ,derin derin içine çekti. Şimdi ellerinde iki altın meyvası olan bir dal parçası. Cebinden çakısını çıkardı. Meyvalarını aldı. Hafize Anne sokağa dökülen hırıltılarının üzerine saçıldı, yolun meyiline uydu.
…


    Çemberlitaş .Taş Market, her salı halk günü.

    -Hafize annem? Ne işin var burada? Dur yardım edeyim eve kadar sana.

-İstemem evladım. Evim yakında ben giderim. 
-Ben Sevil, annem bildin değil mi?
 -Bildim bildim… 
-Peki sen yürüye dur, alışverişimi yapar sana yetişirim. Bak buradan dümdüz, ikinci sokaktan sola.Bildin değil mi?
 Arnavut kaldırımı yokuşu ağır ağır tırmandı Hafize Anne elinde yeşil alış veriş çantası. 
“Yedi kat ele yaymışlar bunak diye. Boyu devrilesice gelin. Akşama yiyecek lokma var sanki oğlana. Bütün gün çan çan çene. Necmi Bey farketse ,yüreğine iner maazallah. Oğlanın da kafasını bulandırıyor. Soğan ekmek yerim de, yaptığını yemem. Necmi Bey in karnı acıkmıştır… geldim az hele. ”
Sağa döndü, sola döndü… İki sokak geçti caddeye çıktı yoruldu. Nefeslenmeye bahçe duvarına oturdu, çantası ayaklarının dibinde . Kolundaki bileziklere baktı. Hafifçe salladı, şıngırdattı, on beş yaşına döndü. 
“Daha dün gibi hatırlıyorum … Bunakmışım…birini imam nikahında takmıştı kaynatam, ışıl ışıl. Diğerini nikahta. Sesi evinizin bereketi olsun eksilmesin demişti rahmetli. Peeehhh… Çıkarıp verecekmişim, borç ödeyecekmiş boyu devrilesice.
 Necmi Bey bekler…”
 Duvarın üstünden kalktı, dibinde çantası kaldı. Paralel iki sokak geçti. İçinde pusuya yatmış kemirgen bir karadelik. An be an boşaltan. Boşlukta gittikçe büyüyen kalp atışları. Bahçelerin duvarlarına tutuna tutuna yoluna devam etti. Bildiği, bilmediği, birbirini yuta yuta tüketiyordu. Niye ve nereye olduğunu bilmediği adımları yavaşladı. Burnuna ekmek kokusu doldu sokağındaki gibi. Saptı.
…


      Çemberlitaş. Türkiye Gazeteciler Birliği Basın Müzesi.

      Polislerin alanı çevrelemesi yirmi dakika sürdü.Bu sefer uzman ekipler tarafından beş dakikada patlatılan Hafize Annenin yeşil pazar çantası, domatesleri, kabakları, adres yazılı kağıdı, dünya ile tek bağlantısıydı. Halk meraklı, sabırsız. Herbir nefes içinde çeşit çeşit beklediğine değecek küçürekler yazmakta. 
-Bombaymış… Gece karnlıkta bizim oğlan bir grup insan görmüş. Kahpeler,onlar koymuş.
 -İşimiz gücümüz var ya… Açın şu trafiği,yandan yandan aksın.
 -Duydunuz mu ? Bombaymış. Başbakan geçecekmiş…
-Kaç kişi ölmüş?
-Ne ölüsü be abim … Tövbe tövbeeee. Sabah sabah heyecan arıyorsunuz. Belli ki lavuğun biri poşetini unuttu, şimdi döne döne arıyordur. Olan bize oldu kaç saattir buradayız.
…
 Sevil girdiği ikinci dükkanda tezgahtan çekiştirdiği lacivert üzerine beyaz puanlı tişörte sığma ihtimallerini hesaplarken Hafize Anne’yi zihninin epey gerisine atmıştı bile. Patlama sesi bir an herkesi dondurdu. 
      Ve içe dolan ilahi ses “Motor!”.  Ve hareket başlar. 
      Yokuş yukarı dönüşe geçti. 
“Tüh tüh tüh … Ne yaptı acaba?” 
Koridora alelacele bırakılan torbalar kendi kendilerine zemine yerleşe dursun, Sevil üst kata çıkmıştı bile. Umutsuzca çalınan zilin sayısı arttıkça yanaklarını al bastı, içi bulandı.
 “Ne derim…”  
Koşa koşa evine indi. Koridordaki torbalar gözünün içine suçlarcasına bakıyordu. Torbalara koştu. Telefona koştu. Telefonu alıp torbalara döndü. Sebzeleri buzdolabına , puanlı bluzu dolabın dibine tıktı. 
-Kız Melek, neredesiniz? Size uğradım , bulamayınca merak ettim. 
Melek terliklerini şakırdata şakırdata, sinirini doldurup boşalta dördüncü kattan aşağı indi. Sevil yukarı çıktı. Bir hışım çevirdi anahtarı Melek. 
-Anne neredesin. Duymuyor musun? Bir huzur yok valla. Anne…cevap versene! Anne? Ay kız yok valla! 
-Kilitlemedin mi kapıyı? -Yok. Zeliha kahveyi ocağa koydum deyince… 
-Bana haber vermek yok! 
- Kız şimdi sırasımı, koş bulalım şunu. Selim de yok. Selim’e ne derim? “Gidişin olsun da,dönüşün olmasın innnşallahhh.”
…

      Ekmek kokan sokak sakininin çığlığı hem aşağı, hem yukarı mahalleliyi polisin gelişinden yarım saat önce topladı. Görünmez Tayyare Parmaksız İsmail iki sokak aşağıda kaldırım kenarında görünür oldu azılı katil adıyla aranınca. Feri sönmüş gözlerle oturuyordu. Yedekli bali kutuları torbada,elinde kemirilmiş sandviç. Hatırlamadığı zaman içinde bir günlük yevmiye bedeline verdiği Hafize Anne’nin yirmi iki ayar bilezikleri, yer altında, altın atölyesinde on sekiz ayar kazanında eriyordu el altından piyasaya sürülmek üzere yirmi dört ayar niyetine.
“Fena bir şey oldu…midem… ne oldu? Ne oldu? Kimin kanı bu?”
  Sessizliğinde , bulanıklığında dalgalanıyordu. Yaklaşan kalabalık öğüre öğüre kusan azılıdan bir adım geri kaçtı. 
-Aman tehlikeli! Polis gelene kadar kimse yaklaşmasın. Kaçmaya kalkarsa vurur indiririm. Kimse yaklaşmasın silahı da olabilir.
“Parmağım mı kesildi? ” 
Olmayan küçük parmağına baktı
” Yok o eski… Ne oldu? Bu kan, bu kalabalık” 
İsmail öğürdü. Halk bir adım geri kaçtı. 
Başını kaldırdı İsmail ellerinde coplarıyla iki polis yaklaşmakta.
 -Ne yaptım?…
…
 
     - Alooo…alo Selim…beni duyuyor musun? Alooo… Selim ben Melek…
- …
- Yok yok ağlamıyorum… evet, ben iş yaparken kaçıvermiş. Saklı anahtarı bulmuş… ağlamıyorum…tamam…sen de ağlama.
- …
- Evet Necmi Baba’nın üstüne gömülecek, konuştum imamla on yıldan fazla olmuş, gömülebilirmiş…
- …
- Evet yetişemezsin, işlerini bitir ilk uçakla gel…tamam ağlamayacağım…sen de yıpratma kendini. Kurtuldu deyip avunacağız çare yok. Ben herşeyi tam ona layık yaparım merak etme sen. Zeliha var,Sevil var…eksik olmasınlar…yok yok ağlamıyorum.
….
      
Dava sıralarını bekleyen azılılar. Elleri kelepçeli, gözleri öğlen arası tavla oynayan iki memurun oyununda. Kriz içinde her hücresi, içi titriyor İsmail’in.
- Kırsana amirim yaa.
- Hah ha ha… Ben işimi biliyorum, sen kaç yıl yiyeceğine bak Parlak Ömer! 
- Ne be abi… ha orası,ha burası. Bok çukuru.
…..

     Gazete sayfaları ile örtülü maktul Hafize Anne , komşu kadının televizyonda dizi seyrederken ayıkladığı Ayşekadın fasulyenin altındaki gazetede,basılı bir desen olmuş yatıyordu boylu boyunca. Reklam arası komşu kadının gözüne takılır gazete kupürü. 
“İki altın bilezik için yaşlı kadını öldüren tinerci tutuklandı. “
     - Oh olmuş! Boyu devrilesice…

     Dizi kaldığı yerden devam eder.
devamını oku

30 Ağustos 2013 Cuma

Kahraman

Kahramanım filmin ilk yarısında öldü. İnanamıyorum. Mısırlar boğazıma takıldı. Öksürüyorum. Boğazım kupkuru. Yutkunsam öleceğim. Çıkıpta gidemiyorum. Her taraf karanlık. Ara olsun istiyorum. Biraz ara ve ardından ışık yansın. Komik bir şeyler olsun perdede renkli, rüyaymış gibi. Rüyaya dalayım kahramansız bölümü rüya olarak göreyim. Gözlerim açılsın ve çok kötü bir rüya gördüm diyeyim. Işık yanmıyor. Film gözlerimde karardı. Bir gözüm o saniyeye takılı, diğeri akan görüntülerde sanki. Belki... belki yanlış algılamışımdır diye  çaresiz ve bilinçsiz, hızla yüzünü arıyorum. Geçtiği yerler, değdiği insanlar ... hepsinde izini sürüyorum. Anlam artık yok. Bir koşuşturma, bir kaos. Tam gölgesine ulaşmışken ışık yanıyor. Ara. İstemiyorum arayı. Kaybediyorum, huzursuzum. Şaşkınım, kararsızım, elimde yarısı boşalmış mısır külahı.
devamını oku

Umut


Odada, yaşlı gözleri kapalı bir kadın
Kadının hayalinde,odada gözleri açık bir çocuk
Çocuğun gözleri duvarda mavi bakışlı bir fotoğrafta çocuğun gözleri mavi,adamın gözleri mavi.
devamını oku

27 Ağustos 2013 Salı

Bulut


Bulutsuz günler, daha doğrusu yağmursuz, sıcak, bunaltıcı. Vücudum yapış yapış. İçimdeki su hücrelerimden dışarı sızıyor. Akıyorum alnımdan, kollarımdan, sırtımdan, en çok da göğüs aramdan. Ateş patlamaları, iç yanmaları. Akıyorum. Aktıkça buharlaşıyorum, etrafı kaplıyor buğum. Hafifleşiyor bir yanım, gidip insanlara değiyor. Klimanın hortumunda yoğuşup sokağa sızıyorum kimi zaman. Bazen bulut oluyorum. En çok da bunu seviyorum. Güneşin yakıcılığına gölge çekiyorum. Güneşin önünde darmadağın bir damla su. Rüzgar beni savuruyor. Bir başka ilçeye, belki de şehre. Dağla karşılaşıyorum, yamacına tutunup soğuyorum, yağıveriyorum belki bir domatesin üstüne.
Hava sıcak. Vücudum yapış yapış. Hem yürüyorum, hem bulut oluyorum yağmaya belki çocuğuna öfkeli bir babanın anlına. 
devamını oku

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Yolcu


Elindeki kitabı gören ,okuduğunu sanıyordu.
Satırlar arasında kaybolduğunu anlamamak için geçip gidiyor olmak lazımdı...yoldan da,hayatından da.
O kalanla hesaplaşıyordu... az da olsa kalanla.
Gözlerinin ve ruhunun yaşlanmasına yetecek kadar kalanla...
devamını oku

23 Ağustos 2013 Cuma

Çıkmaz Sokak


Muhtarın kapısına dayandım, akşamın son saati. Kapanmadan hemen önce. Yağmura rağmen, ertelemeden.
- İçim acıyor Muhtar Efendiii, içim acıyor. Problemlerimi çözemiyorum , hep kafam karışık. Hiç bir işim sonuca varmıyor.
Gözlüğünün üstünden mavi gözleri sabit baktı.
- Anlamadın değil mi?
- Anlayamadım kızım. Nasıl yardımcı olayım? 
- Nerede oturuyorsunuz? 
- Bu cadde üzerinde. Hayırdır?
- Hayırdır, size hayırdır tabii. Akış içindesiniz. Gürültülü de olsa akış içinde. Tamam ara sıra çıldırtan tıkanmalar oluyordur ama çözülüp yine akış devam ediyordur.
Göz bebekleri sağa sola hızla hareket etmeye başladı. Belli durağan bir şey yok hayatında. 
-Ben nerede oturuyorum biliyor musunuz?
- İkametgah mı almak isti...
-Hayır! 
- Posta kodunu...
- Hayır muhtar Efendiii, hayır. Sadece niye sokağımın başında koskoca bir çıkmaz sokak işareti var? Hem de kırmızı vurgulu, bunu öğrenmek istiyorum. O sokak benim evime çıkıyor. Benimki ile birlikte onbir ailenin evine daha. Ama köşeden döner dönmez gözüme giren tabela " Çıkmaz Sokak " Ruhum daralıyor. İşlerim hep çıkmaza giriyor.
-Ama o sokak çıkmaz sokak.
- Nereye çıkmaz? Hiç değilse bunu belirtsinler. Çıkar niye çıkmasın ? Her yere çıkar. Öncelikle evime çıkar. Komşularıma çıkar.Komşularımın bahçesinden geçerseniz aşağı yola da çıkarsınız. 
-Kızım bu trafik işareti. Arabalar...
-O zaman yabancı arabalara çıkmaz diye yazı versinler. Bunu bile bile girmeyin desinler. Girerseniz park edip bir kapıyı çalın desinler. Belki dostluğa çıkar. 
-Trafik kur...
- "Bu sokak içinde yaşayanlar kadardır" Nasıl ama? Daha hoş değil mi?
-Mecbu...
- O zaman nereye çıkmayacağını söyleyin. Bir ismi olsun. Mesela...mesela hayatta Boğaz Köprüsüne çıkmaz. "Köprü Çıkmazı " olsun.  Ben belirsiz bir sokakta yaşamak istemiyorum Muhtar Efendi. Gördümmü sadece köprüye çıkmaz diyeyim, karışmayayım. Öyle de bakmayın lütfen...

devamını oku

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Son Nokta

Söylemesen de biliyordum bittiğini. Zaten söylemedin. Yazdın. Küçücük bir paragraf virgüller ve soru işaretleriyle dolu. Okudum. Anladım. Bitti işte. 
Paragrafın sonunda son nokta. Hem de üç tane •••
devamını oku
Blogger Template by Clairvo