18 Ağustos 2013 Pazar

SONEÇKA Liyudmila Ulitskaya





SONEÇKA Liyudmila Ulitskaya
Çeviren: Mehmet Özgül  Doğan Kitap

Seksenaltı sayfalık bir kitapçık. Hızla içine alan ve dil sadeliğinin içinde çok lezzetli ifadeleri olan çok hoş bir kitap.
Öykünün Ev Hali bloğunda da sevgili Füsun'un anlatımıyla ilgimi çekmişti. Aklımın bir köşesindeydi
Ve çarşamba günü masama geldi. "Bu da sanaaaa" . 
Köşesinden kendi çıktı geldi. 
Kapağını açtırdı ve içine aldı. 
Küçük ama kendine çok güvenli başeğmez, geride kalmaz bir kitap olduğunu masamda uzanmış görünce anladım.
Seve seve teslim oldum.







devamını oku

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Bitiş



Durdu ve sırtını duvara dayadı.Yılların isini görev gibi tutan duvara.Salonun bomboşluğuna inat toplanmış bütün eşyanın izini saklayan duvara. Cemil ustanın, tuğlalarını köyünün hayalini kura kura ördüğü, bir cigara arası sırtını dayayıp dinlendiği duvara.
 Havayı derin derin içine çekti, sağda solda kalmış nefeslerini ararcasına. Etrafta komşu evin mutfak penceresinden sızan o acımasız, taze yaprakla yapılmış sarma kokusu. Hani şöyle sofranın ortasına doğru tencere ile gelen, ailenin çevreleyip doymaz ve sabırsız gözlerle beklediği sarma kokusu.Tekrar derin derin içine çekti. İçine çekişi derinleştikçe odaya sinmiş sigara kokusu karıştı sarma kokusuna da döndürdü gerçeğine.
Yola çıkma vaktiydi. Dönüş yoluna. Alacağı vereceği kalmamış şehirden köyüne koşuş yoluna. Amca oğlunun sabırsız kamyonetinin kornası doldu kulağına. Bütün kokuların, dokuların, sinmiş hikayelerin kapısını kapattı da çıktı yola.

Bir kitap daha bitti.
Durdum ve göğsüme dayadım.


ayşecan
devamını oku

15 Ağustos 2013 Perşembe

Mozambik Çitası ve Ben


      Aslı'yı bekliyordum. Uzakta bir Mozambik Çitası belirdi. Hem de İstanbul'un orta yerinde, Kumbaracı yokuşunun başında. Dün izlediğim belgeselden fırlamışcasına. Baştan ayağa,çantası dahil ; pars değil ,tam bir çita! Dudakları, pençeleri av kırmızısı.Ucuna yükseldiği ayak parmakları leopear bir sandaletten dışarı fışkırmış, varmaya korktuğum gözleri alev alev panter, kedi çekikliğinde bir koyuluğun içinde.

   Ürktüm. Aslı olmasın! dedim. Otuz küsur yıl sonra facebook mahareti, twitter kıvraklığı ile beni bulan sıra arkadaşım Aslı olmasın! Ne olur Aslı olmasın! dedim. - Bu gelen Aslı - bilgisi fiber optik hızla indi kafama. Sarsıldım.
Hata!..
Olmamalı!
Hata!
Kız-erkek, kız-erkek paylaştığımız okul sıraları. Yanımda oturan sıska, pısırık Aslı. İnternet fotoğraflarındaki at kuyruklu sıska kız değil, hemen yanı başındaki tombul vamp.
Hata!..
Hangisi Aslı? Ben A mahallesinden B mahallesine yılda iki kilometre hızla yol alırken o kıtaları aşmış. Beş günlük gömü çalışması, paylaşılan anılar, şarkılar; pırıl pırıl bakan at kuyruklu kız... Ben Aslı'yı bekliyorum, uzak diyarlardan kankisi gelmiş her fotoğrafında boy gösteren...  Dilini anlayabilecek miyim?  " Ben Aslı arkadaş. Paket size. Aslı hasta. Özür. " 
Hata!

    Aslı bu. Biliyorum bir şekilde. Çiçekli elbiselerle hayal etmeye çalışıyorum. Kulağına inci küpe takıyorum. Yaban birşeyler var. Saçının kızılından mı nedir aynı kıtaya bile varamıyoruz. Hedefe kilitlenmiş geliyor. Yokuştan aşağı yavaş yavaş, kedi patisiyle iniyor. Parmakları her adımda asfalta dokunuyor. Bir arabaya binip, sinmek istiyorum. Usulca pencereleri kapatıp nefessiz, hareketsiz durmak. Unutsun beni istiyorum. Görmesin. Retinasına yanlışlıkla düşmüş bir leke olarak kalayım. Bir an sonra silineyim.
Çok geç. Gördü ve tanıdı.

    -Aliiiiiiiiiiiiii !

     Tanındım. Bu kadın Aslı ve beni tanıdı. Bu kadın… Bu… Pıstığım yerde değilim artık. Meydandayım. Kuru otlar arasında yemyeşil parlak bir yaprak. Çırılçıplağım. Kat kat giyiniyorum. Usul usul, yavaş yavaş, utanmadan. Önce göğsümü irileştirecek bir kafes yerleşiyor, dikleşiyorum. Boyum uzuyor andan bir diğerine. Omuzlarım genişliyor, kabarıyor. Panter çerçevenin içine şua gibi işliyorum. Gözgözeyiz çok iyi biliyorum. Bütün sistem onaltı yaşa bağlanmış, hormonlar telaş içinde. Bir an bir sızı duyuyorum kürek kemiklerimin üstünde. Kürek baş gösteriyor, yavaş yavaş kendini açıyor. Bilmediğim bir kıtanın şehvetine yolculuk başladı. Süzülüyorum. Her kanat çırpışımda karalar geçiyorum, bozkırlar, okyanuslar. Yaklaştıkça büyüyorum; yaklaştıkça büyüyor, parlıyor. Göğüsleri süt doluyor, beneklerin arasında dolgunlaşıyor. Beli incecik. Kalçaları çocuklarıma sesleniyor. İçim çığlık çığlık  "I of the tigeeeeerrrr!"

   -Kız Aliiiiiiiiiii... Naber ya kuzum? 

    Savanların rüzgarları gömleğimin içine kaçmış çeyrek asırlık bir dikeni hareketlendirdi. Diken tam göğüsüme, sol tarafıma battı. Pofff… canım yandı! Kanatlarım birbirine dolaşıyor, acemi bir komi, sekiyorum. Düşüyorum. Yer çekiminden hızlı, kuvvetli bambaşka bir düşüş bu. Ahhh göğsüm... Otuz tel saç daha bendeki köklerinden kaçıyor, bir kaç tanesi gözümü seçiyor, gözlerim çapak çapak. Burun kıllarım uzun. Diken iltihap yapıp yüzümün en olmaz yerlerinde çıbanlar fışkırtıyor. Gözlerim şişe altı. İğne batırılmış bir balon. Kontrolsuz yol alıyorum, hem düşüyor, hem uzaklaşıyorum. Işık hızı. Zaman ötesi... Gözlerim kapanıyor.

İlkokul kırılganlığında çarpı bacak bir oğlan. Takılıp takılıp düşen , düştükçe ağlayan, kırılgan Kız Ali. Yerdeyim işte boylu boyunca, çakıldım. Aslı'nın abisi Tahir teneffüste katıla katıla gülüyor. Pantalonum yırtılmış, kıçım dışarda. Utanıyorum. Yok olmak istiyorum. Hızla geri çekiliyorum.
   
    Gözlerimi açıyorum.Tam karşımda aşağı mahallenin uyuz, kasap önü kedisi! Tırmalamak için patisini kaldırmış. Bilmiyor patisinden önce sesi tırmık içinde bırakmış, çizmiş, kanatmış. Ağladığımı bilmiyor. Göğsüm acıyor. Sol taraf. Sızım sızım.Bilmiyor.

    -Merhaba Aslı. Ne kadar değişmişsin.
    -Değil mi kıııızzzz? Ama sen hiç değişmemişsin, nerede olsa tanırım. Kız Alim benim yaaa...

    Bütün dikenler midemde. Gaz yapıyor. Gözünün içine bakıp, geğiriyorum.
       

    ayşecan kurtay

                                                                                                                                

devamını oku

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Hı hıı...

Biliyorum,
Ama anlayamıyorum.
devamını oku

martı

devamını oku

Koridor


    Biliyorum,burası bir koridor. Bu ışıktan,başka bir ışık ya da karanlığa. 

    Çıkmaz yol değil sadece bir koridor.Yine de korkuyorum. İlk adım bile değişim. Işık sırtımda.Giriş yolunu gösteriyor,yola yönlendiriyor,belki de eşlik etmek istiyor. Işığı seviyorum,ona tutunabiliyorum.Benimle gelebilirdi…ama gelmiyor. Beş adımda hep biraz eksilerek yumşacık bırakıveriyor karanlığıma…alıştıra alıştıra …yoksa …yoksa karanlık mı çekiyor beni içeri koparta,acıta…hayır…hayır…bu korku kesif değil…her adımla inceliyor sanki. Duyularım keskinleşiyor. Adımlarımın sesiyle yarışan kalbim yorgun, sakinleşiyor.
   Duvarlar ellerimin altında,soğuk,sert,pürüzlü. Kıskacına almış yapı şimdi bir ana rahmi… koruyan ve ileten… Gözlerim rahmin duvarlarına sinmiş ışık kırıntılarını yakalıyor…etraf öylesine karanlık, öylesine de belirgin. Bir koku  doluyor burnuma. Kendi kokumla birleşen ama yeni, yepyeni…tanıdık olduğu kadar keşfedilesi .   
   
   Koşmuyorum, acele etmiyorum. Adım adım yürüyorum taş zeminde. Adım adım değişiyor kalp atışım, merakım, algım ve kokum.
devamını oku

Sinek




Tam arkasında duruyordum. Yavaşça eğildim, dokunamadım. Yutkundum, fısıldadım...
"Dikili gözlerim saçının kırına,tüm yaşanmışlıklarının hemen arasına… Hoyratça koparamayacağın sağlamlıkta."

Duymadı. Ensesinden sinek kovaladı.


devamını oku
Blogger Template by Clairvo