17 Aralık 2013 Salı

Mahallenin Delisi Altı Dakikadır Yazıyor. Kelimesi; gözü


Çekmecenin gözünde koyuluş tarihini hatırlamadığım erikler. Kuru erikler. Kuruluğu bırakıp yaşa dönmeye meyl etmiş siyah erikler. Yeni organizmalar. Tamam itiraf ediyorum kıvıl kıvıl kurtlar. Kurt kolonisini alıp bahçenin en mutena köşesine koyuyorum. Etrafları kağıt değil yeşillik artık. Umudum bir kaç tanesi fikir değiştirip dut yaprağı arar da tırtıla dönüşür. Sonra da gelsin şık kanatlar ve olsun kelebek. 
Erkek kelebekler, erkek kediler. Hepsi de ne kadar dişi. Dişi demişken Frida'yı (atölyenin kedisi) artık ele almalı. Başını bağlamalı önce. Çöpçatanlık değil enikonu başını bağlamalı. Tepesine bir koli bandı oturtup bağlayacağım tülbenti. E madem ben kapamayı unuttum, siz kapayın demiş yapacağız elbette. Cık cık cık...
Cık cık cık dedim de ne geldi aklıma! Aman kimse duymasın. Madem kimse duymasın yazamayacağım bu sebep. Burada yazabileceklerimi paylaşmalıyım... Yılbaşında kar yağar mı mesela? Kâr yağar dükkanlara, kitsch diye yazılıp kiç diye okunan hediyelik eşyalara. Haydi suni karlar satın alalım kâr ettirmeye dükkanları. Ve borç içinde "Yeni Yıla Merhabaaa!"
Kredi kartları diyorum, aralık ayında yasaklanmalı. Aralık ayında yeni yılın hızlı gelişi de yasaklanmalı. Bunu yapabilir yasak koyucu. Nasıl olacağını da bizden iyi bilir nasılsa.
devamını oku

15 Aralık 2013 Pazar

Kapalı Kapılar



Yine akşam! Kapılar kapanıyor.
Kapılar gerçeklere kapanıyor, ses geçirmez pencereler engel değil yürekler zaten tıkalı.
İçeri bir sızıntı olur telaşıyla bütün aletler iş başında, karanlığı yadsırcasına her yer ışıl ışıl.
Soğuk yok, sokağın sesi yok, ruh yok…uyku...uyku çok!
Dışarıda neler oluyor bilen yok! Umursayan ?..


devamını oku

10 Aralık 2013 Salı

Kelime: yazılıydı


Nerede yazılıydı? Nerede? Nerede? Şu alnımın yazısı.  Ederini verince herkes okuyor anasını satayım, bir ben cahil. Yine içimdeki sokak çocuğu baş gösteriyor. Bak ne kadar kibar hanımlar arasındasın, hatta süslü kurabiyeler yapma düşündesin bırak bu ağızları!
Evet efendim. Alnımızın yazısı nerede yazılı bilmek isterdim. Öyle bakmayın yüzüme. Biliyorum siz de okuyabiliyorsunuz. Peki efendim doğruyu söyleyin o halde. Benden cacık olur mu? Ay pardon! Yani validemin sütünden mayaladığım yoğurda kendimi ince kıyım katsam ne olur? Ekşir mi yoğurt? Ekşi o sizin lâtif ağzınız olmasın? İstirham ederim... ... ... Bugünlerde havalarda pek güzel gidiyor efendim. Hı hı... Pek güzel, pek hoş. Aklıma takılıyor sadece alın yazısı olayı. Ya bilmediğim lisandan, ya da frekanstan. Radyo dalgaları sarmalıyor mudur buselik makamından ? Hı?
devamını oku

9 Aralık 2013 Pazartesi

Kelime: genç


Genç bir kızdı. Sonra yaşlandı. Ruhu genç kızlıkta takılı kaldı. Saçları belinde, arkadan yirmilik, önden en az doksandı. Doksan kere söylemiştim yapma diye, doksanbirinciyi bekledi. Sormadı -neden?- diye. Usandım. Siz hiç usandınız mı? Ben çok usandım. Kafa karışıklığı mı, yorgunluk mu, vaktinden önce yaşlar üzerinde koşmak mı? Şımardım. Zevk aldığım uğraşlarla doldurdum bohçamı. Sırtıma attım. Her adımda ağırlaştı. Meğer bohçanın içi aşna fişne. Çoğalmışlar. Sevgiden mi, sarsıntıdan mı bu üreme dürtüsü bilemedim. Yolun devamını sürükleyerek getirdim. Getirdim ama bitirmedim. Güneşliydi hava. Oturdum bekledim. Kollarım dinlenince sırtım dikleşti. Açtım bohçayı içinde kaç ömürlük malzeme. Zamanı uzatayım dedim. Önce altı dakikayı uzattım. Onbeş dakika gibi oldu. Hâlâ zil çalmadı. Benim yaşlı, doksanbir yaşına girdi. Saçlarına bir de meç yaptırdı. Bak dedim sana söylüyorum. Bu doksanbirinci söyleyişim...
devamını oku

8 Aralık 2013 Pazar

Odamda Tek Başıma

  
Loş sıkışmış bir odada birbirimize bakıyoruz. Kesişim alanımız son onbeş yıl. Anneannemi son gördüğüm gün. Birlikte fotoğraf çektiriyor olsak aynı kareye sığmayacak kadar uzağız. Belki bir an. Kahveyi önündeki sehpaya koyduğum o an  çekilmiş olsaydı sepya bir fonda gri elbise ve beyaz saçlı bir geçmiş önünde rengârenk tırnaklı, mini etekli, saçları örgü,renkli bir gelecek olurdu. Merak ederim nasıl görünüyorduk o odada ışık huzmelerinde uçuşan tozlarla. MargueritDuras geçmeseydi raftan elime,tekrar düşünür müydüm bu unutmaya çalıştığım anı bilmiyorum. Kırılma noktası.
O da on beş yaşındaydı. Ama benimki aşktan değildi. Aşktan olsun isterdim elbette. On beş yaşında anneanne ile o sarsıntı anında.
Niye gitmiştim bu heveslisi olmadığım eve tam hatırlayamıyorum.Hikâyeler hafızamda devamlı değişiyor. Annemin anlattıkları, benim anneme anlattıklarım ve yaşadıklarım... Okuduğum hikâyeler, izlediğim filmler bile yeniden yeniden kurguluyor kafamda bu mutsuz anıyı. Gerçek değişmiyor. Onu kurtaramadım. Beynim ne kadar tamir etmeye çalışsa o çocuk yaşta, çocukça hata kahreder beni altmış dört senedir. Hafızam artık zorlanıyor. Her şey gittikçe siliniyor. Farkındayım.

Gri elbisesiyle oturuyordu köşesinde. Bakıcı kadının onu bıraktığı şekilde. Açma sakın denilen kapıyı ilk çalışta açmıştı yine. Suçlu suçlu sinmişti rengini yitirmiş, bir zamanların parlak yağ yeşili kadife koltuğuna. Bu koku ve ağır akan yaşlı zaman. Birkaç lira koparmaktan başka niyeti olmayan bir torun. Değerdi cebime sıkıştıracağı paralara. Sıkıp dişi oturmaya değerdi. Ufacık bir kadın. Saçları öylesine beyaz, teni ise inadına koyu. Esmermiş bir zamanlar. Kaskatı bakışları olan  yaşlı kadının yüzüne bu mutsuz ifade çok genç yaşta yapışmıştı belli ki. Bir gün bir şeylere küsmüş ve kimse gönlünü almaya yanaşmamış, o yüzle de yaşlanmıştı. Bir bana bakarkengördüğü gençliğine gülümsemeye çalışırdı. Yüzü garip bir hal alırdı. Ürkerdim. Hemen sonrasında da gençliğini harçlıkla onurlandırırdı. Rüşvetle gelen gençliğine gerekeni yapardı. “Ben!” derdi... “Ben de senin gibi güzeldim. Şansın bana benzemesin.” Ama hiç bir zaman beni sormazdı. Şimdi şimdi düşünürüm ben onu ne kadar tanıyorsam o beni çok daha az bilirdi. “Anneanne sen hala güzelsin.” Aynaya bakmayalı, camda yansımasını görmeyeli ne kadar olmuştu bilemem. Hep eskiden derdi. Eski kokardı ağzından dökülen birkaç söz.

Odanın içinde derin sessizlik vardı o gün de. Büfedeki tozlu porselen kadın biblosuna mutlaka dokunmuşumdur. Yalnız bir kadın biblosu. Ben ise onun dantelden yapılmış elbisesine dokunurdum. Saatin tok, tik takları. O tükenen zamanını dinliyordu, ben tükenmek bilmeyen zamanı. Bundan eminim.
O havasız, sıcak odada, yaz sıcağında kalın çorapları ve yün kokan elbisesiyle bir yaşlı kadın ve hayatın içine koşmaya hazır  kıpır kıpır bir genç kız. Meğer üşünüyormuş. Yılların varlığı üzerinden eksildikçe insan üşüyormuş.
Diz ağrısının ne demek olduğundan bihaber çocuğa dizlerinin ağrısını anlatıyordu her zamanki gibi. “Annen!” diyordu, “Yine yanlış doktora götürdü beni.” Kız bilmez. Yanlış doktora nasıl götürür profesör anne anlamaz. Sadece oturur. Anlamaya çalışmaz.
Kahve yapayım demişimdir herhalde. O da hiç sekmeden, bıkmadan usanmadan her zaman tarif ettiği gibi kahvenin, cezvenin, fincanın, dantelin, tepsinin, su bardağının ve suyun yerlerini tarif etmiştir bu umursamaz kıza. Kız o kadar umursamaz değildir bu saplanıp kalmış bedene acıyordur. Bu ateşi sönmüş gözlere.
Ne öncesini, ne sonrasını düşünürdüm bu bedenin. Sanki o hep orada anneanne olarak var edilmişti. Hayatında kaç on beş yılı vardı hiç aklıma bile gelmezdi. Bir hayatının, bir geçmişinin olduğunu, sarsmasa da hikâyeleri olduğunu düşünmezdim. İçinden mırıldandığı hangi şarkıydı acaba?

Kahveyi getirmiş, yanındaki sehpaya koymuştum. Odanın sessizliğini dolduran saat sesine karışan o uğultu. Her canlı canlanırmış yer depreşirken. Ayaklarının altındaki toprak öfkeliyken. Yaşlı kadın, o durağan, atıl kadın da canlandı. Bunu çok iyi hatırlıyorum. "Anneanne dur ne yapıyorsun!"diyor bir yandan da haline katıla katıla gülüyordum. Durdurmadım. O uğultulu sallantı arasında yaşlı kadının hırkasını, çantasını, eşarbını, ilaçlarını, iki gümüş aynayı, tansiyon aletini alışını, ağrıyan dizleri ile seke seke koşuşunu anlatacak bir hikâye bulmanın coşkusu ile kahkahalar atarak izliyordum ki şu ana kadar hiç anlatamadım. Gülüyordum. Kapıyı açıp merdivenlere yönelebilecek kadar atik olacağını hiç düşünemedim. Beni bırakabileceğini düşünemedim. Kalan bütün nefeslerini toplayıp kendini dışarı attı. Sarsıntının durduğunu fark etmedik. Merdiven korkulukları sallandı. Yaşlı vücudu, ağrıyan dizler yalpa yalpa, çarpa çarpa yuvarlandı. Saçılmış eşyalarının ortasında hareketsiz kaldı. "Anneanne!" diye seslendiğimi biliyorum. Sonraki dört gün boğazımdan ses çıkma. Güvende olduğunu hissetmek için içine girmekten korktuğu toprağa ayak basmaya çalıştı yaşlı kadın. En azından çabaladı.

Sadece yazmak istedim. Anlatacak sızlanacak çocuklarım olmadı benim. Dizlerim ağrıyor. Benim de yüzümde yapışmış acılar var. Aynaya bakıp görüyorum. Her çizginin derinlerinde geçmiş var. Gençlerin merak etmeyeceği, daha büyüklerin dinlemek istemediği sadece insanın kendisini ihtiyarlatan hikâyeler var.
devamını oku

6 Aralık 2013 Cuma

Gözlerin Karadelik



Gözlerin kara delik. Yoksul kaldım tüm duygularımdan. Uyumsuz bir zihniyetin bedeniyim artık, örseleyici deneyimler yaşatan. Dırdırcı bir eleştirmen eline almış beni didikliyor. Beğenmiyor. Beğenmiyor da beğenmiyor. Habire beğenmiyor. Acıtmıyor da hani. Dedim ya gözlerin kara delik. Çok geç artık çok geç. Vakit epeyce geç. Radyatörler kapandı. Kapandı ahlaki pusula. Gel hele. Ay'ın arka yüzünde anlatacaklarım var sana.
devamını oku

1 Aralık 2013 Pazar

Dur bir anacım !


Köreltilmiş geleceğini, kaybettiğin sağlığını göremiyorsun tabii olarak. Cebimde suç unsuru bu toprakların yerli, çeşitli domates tohumları. Martının çığlığı; aşeriyor simide. Her geçişte HGS şoklaması. Yaşlı anam anlamaz niye değişti hergün yürüdüğü yollar. Unuttum herhal der, unuttuğuna inanır. Unutur. Elinde bayrak oturur pencerede, inandıramam tohum kadar O da suç unsuru. E bu ev kimin evi? Dur anacım, dur! "Zamanında kandırdık sizi yeniden yapacağız evlerinizi". Necmi Bey, haberin var mı? Dur helva kavurup dumanını savurayım. Haber gitsin Necmi Bey'e. Bu mutfak kimin mutfağı? Dur bir anacım, dur! Tam ortada bir yerlerde yetişemem hiç birine. Ulaşılmaz olmama imkan yok. Adım adım, bir kameradan diğerine. Sarılıyorum tohumlarıma. "Şu kadın elini cebinden çıkarmıyor! Arayın üzerini." Kaçmalıyım. Yeraltına, toprağın dibine. Bu toprak kimin toprağı?
devamını oku
Blogger Template by Clairvo