28 Ekim 2013 Pazartesi

CUMHURIYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!



Elimde taşıdığım bez değil...başım üstü dalgalanan;kanla,canla yazılmış bir tarih.
Diğer elimdeki meşale değil...her adımda aydınlıkta olma gayreti. Yürüdüğüm asfalt, yol değil...emanetim.Bağırdığım umutlarım hiç değil...saf gerçekler.
devamını oku

27 Ekim 2013 Pazar

Fesleğen

Bugün seni hiç düşünmedim. Çünkü bu sabah günün doğuşuna kalkmadım.
Uyandığımda kahvaltı saati çoktan geçmişti. Sade kahve yaptım. Fal kapamadım son yudumumda. Çıktım evden, hava bulutluydu, serinceydi, canlı hissettim düşen bir iki damla yağmurun altında.
 Semt pazarı kurulmuştu aşağı sokakta her perşembe olduğu gibi. Elimde arabam, çiçekçilerin arasından daldım kalabalığa, fesleğen kokusunu burnuma çekerek. Kadınlar, adamlar, ellerindeki torbalar hayata kaç kişi baktıklarının izlerini taşır gibi. Rengarenk tişört tezgahlarında kendinden geçmiş kızlar, kara ellerin doldurduğu kirazlar. Hint eşyaları satan bir tezgahta gözüme ilişen bir ayna kesti yolumu. Elime aldım, oymalarına dokundum. Nilüfer çiçekleri vardı boy boy, gözümde bir kara, kavruk oğlan; oymacı oyarken neler düşünür? Fiyatını sordum satıcıya; iki kilo iyi cins papaz eriği kadar. Arabaya sebzelerin yanına yerleştirdim.
 Dönerken küçük bir saksı fesleğen de aldım.
 Pazar, kaos çok güzeldi. Evde ilk işim aynayı çıkarıp duvara asmak odu. Alışması için fesleğeni camın içinde pazarda olduğu gibi serin gölgeliğe yerleştirdim ve suladım. Sonra ver elini mutfak. Yeşillikler, baharatlar, kokular. Ocaktan yükselmekte olan duman. Kaç saat daha geçmiş onun da farkında değilim.
 Akşam yemeği için masayı kurdum ve seni düşünmeye karar verdim. Bu sefer cam tarafına ben oturdum, karşımda ben. Oyma nilüferler arasından bakıyordum… sana… ama uzaktan… kalktım hızlıca masayı duvara yapıştırdım. Şimdi daha yakındım. Anlamaya çalışıyordum; sen olmak ve bana bakmak ve vazgeçmek. Bir kaç çatal aldım karnıyarıktan… acı midemi ağrıtır, niyeyse acısını kaçırmışım pişirirken tam sevdiğin gibi. Aralık pencereden burnuma hafif rüzgarla o çok sevdiğin fesleğen kokusu doldu, kulağıma sesin “fesleğen kokan yarim” … 
Midem ağrıyor şimdi… sen olmayı beceremedim…anlamak istemedim belkide.
 Ama iyileşiyorum bunu fark ettim…gün boyu seni hiiiiççç düşünmedim.
devamını oku

25 Ekim 2013 Cuma

...bir yol!

Bir yol! Yürüyorlar. Belli, belirsiz izlerini bırakıp ömrümden geçiyorlar.

devamını oku

22 Ekim 2013 Salı

Cepte Unutulan Para

Tam üç yüz lira. Bir montumun cebinde. Gel de inanma hikmete, mistik düşüncelere. Nasıl unutur insan? Tam üç yüz lira. Ödenecekler listeleri... Cüzdan kuruş kuruş hesaplanmakta. Ali, Veli takke değiştirip duruyor etrafımda. "Nereden bulacağım?" kemiriyor sinsi sinsi. Tamam iki ay sabrederim... Yalan! Ancak iki gün sürecek sabır... Hayal kur! Otur hayal kur! Bu senin seçimin. Otur adam gibi Evren'den iste... 

Evren'den gerizekalı olmayı iste. Cebinde üç yüz lira unutup kredi kartına borçlanmayı. Sonra da bulup " Evren sen ne muhteşemsin!" diye ermiş edayla ağdalı nağmeler at! Bulduğunu faize yatır.  Karikatür geliyor aklıma. "Evren'e pozitif düşünce göndermiş miydiniz?" diye soran bir uzaylı..."Evet!" gözleri çakmak çakmak azıcık ahmak Dünyalı. Kilit cümle " BEN ONU YEDİM!" Yesin tabii. Ben unutayım Evren ödülü üstlensin. Tam üç yüz lira. Eski tabirle üç yüz milyon lira. Evren'im benim. Elimde paralar, hırsımdan göz pınarımda damlalar...
devamını oku

...


                            Ne de hızlı kokuşur öldürülmüş zaman leşi!
devamını oku

21 Ekim 2013 Pazartesi

Cihangir'de

 
 Cihangir’de


  Bütün sanatçıları uykuda mı Cihangir’in? Simitçi ayakkabı boyacısı ile sohbette boş tezgahının ardında. Saat sabah dokuz buçuk. Beklenen simitler yeni geldi. Hayat sabahın yedi buçuğu kıvamında.
   Firuzağa Camii önü. Rehavet her yerde hissediliyor. Fazla anım yok benim bu sokaklarda. Doğru değil! Hatırladığım hiç bir anım yok. Henüz içine girip dolanmamışım. Ne noktasına ,ne virgülüne heyecanla bakmamışım. Önceleri girilemez bir bölgeymiş izleğimde, sonra da girmemi gerektirmeyecek bir yer olmuş.

     “Şu taraf Çukurcuma’ya gider. Bu taraftan Taksim’e çıkarsın. Manzara istiyorsan o tarafa … Peki turşucuyu biliyor musun ?” “Hayır.” “O şu tarafta.”
    ! Şu taraftan gezmeye başlayalım diyen üç kişiyiz. Turşu suyu çekti. Bilincin altı,üstü bir olup şu tarafı seçti. Orada çocukluğumuzdan dem vurup turşu bardağı tokuşturmak var. Şerefe deyip kahkaha atmak. Orada dört olup yola yine üç devam etmek var.

    Kapının hemen önünde pembe zeminde yavrulamaya ramak kalmış bir kedi. Güneş vurmuş üstüne. Bir zaman evvel içeri giren üç büyük, üç çocuk olup çıkmışlar turşu suyu hikmetiyle. Pembe zeminde hamile kedi. Naifiz. İlk “aaaaaa…” yı salıveriyoruz hep bir ağızdan.
    Yol boyunca her fırsatta salıvereceğimiz “aaaaaa…” ların ikincisi ,ama dehşetlisi başımızı kediden yola çevirir çevirmez çıkıveriyor. Bir tabureye oturtulmuş bedensiz ama elbiseli bir cansız manken. Başında siyah fötr şapka, ağzına sokulmuş sigara, eller bilekten kesik, tam önünde,gri asfalt zeminde bir paket Marlboro. Bir kaç canlı adam taburede yanıbaşında. Hayallerindeki kadını ancak bu şekilde oturtabilmişler dizlerinin dibine.Çocukluktan geri sıçrayış. Anne karnına doğru değil, orta yaşlara, belki de biraz daha ötesine. Beynim sağlıklı hareket etmiyor. Etmeyecek de bunu henüz bilmiyorum. Her görüntünün bilinç altımı tetikleyecek sembollerle dolu olacağını belki hissediyorum, ama henüz bilmiyorum.
    Yolun karşısında bir tasarım mağzası. Soluklanma,tekrar uçuşmaya başlama. Yüzde gülümseme bu mağzadan çıkıp sol, sağ, sağ yapıyoruz tarif üzre. Sol, sağ, sağ kırkbeş dakika kadar sürüyor. “aaaaaa…” lar saça saça. Herşeyiyeni keşfediyoruz, şaşırıyoruz arada bir çakılıyoruz.Bu sokaklar hayat gibi. Fazla gevşemeye izin yok; ani bir korna, beklenmedik bir görüntü, akıl ve bilinç sıçraması, dehşet duygusu, zevk ve hayal dünyası.
    Eskiler; suskunlar. Suskunluğu teatral yaşayanlar. Yeniden hayat bulanlar. Camlar ve demirler arkasında çakışmış hayatlar,hikayeler yeniden kurgulanıyor. Baş devamlı binaları aşağıdan yukarı izliyor. Ve şaşırtmıyor artık yeşil kadife antik kanepede boylu boyunca duran tahta at.

     Bir kere “Hiiii…” çıkıyor ağzımdan. “Hiiii… çok ürkütücü!” Bu sefer çıplak bir manken kolları ve bedeninin altı yok. Başında sımsıkı bir deri başlık. Kulakları var mı? diye düşünüyorum. Kamerama saklanıyorum. Kamera görüntüyü çevreden koparıyor. O filme düşüyorum. İzlerken düşüp bayıldığım, unutmayı başaramadığım bir filme. İçimdeki vahşet duygusunu bana onaylatan o filme.

     Haydi dolaşalım dediğimiz andaki kadar masum değilim. Masum olmadığımı hatırladım. Turşucunun önünden geçiyoruz. Kedi yok. Hava bunaltıcı sıcak. Çocuk değilim,yorgunum. Cihangir’de Firuzağa Camii’nin önünde oturup düşünüyorum. Çevre kalabalıklaşmış. Projelerden, film setlerinden konuşuyor insanlar. Arada bir tanıdık sima.
     
     Evet ya! Cihangirdeyim.


                                                                      Ayşecan Kurtay 29/09/2013

Video Ahmet Kömürcüoğlu 
devamını oku

...











Çevirirken kitap son sayfasını;

şimdiki ben,ilk sayfadaki ben’e nasıl da yabancı…

devamını oku
Blogger Template by Clairvo