3 Ekim 2013 Perşembe

...



Sen gelişme düşlerinle hülyalı ortamlar hazırlıyordun;
anadiline çok uluslu tecavüz ediliyordu…
devamını oku

Bir An Kala


   Sandık boşalttı içindekileri limanın deposundaki büyük çöp variline…yer açtı iki umuda.

   -Bu dört gün biter mi?
 -Bitmez mi ya… 
-Seyfiii…
 -Hıı…
-Benim içim geçiyor uyuyacağım haberin olsun… 
-Uyu uyu… Ne kadar uyursak o kadar kolay olur…
 -Seyfi…
 -Hıı…
Ses kesildi.Sadece yumşak nefesi kaldı Selvi’nin , Seyfi’nin kulağında.

   Gemi gecenin karanlığında usulca demir aldı. Bir hayattan hayali bir umuda kaçarak giden yaşamlar. Tacirin defterinde bütün yolcuların isimleri; geminin kaçağı sadece ikisi.
 Ana adları orospu ,baba adları sokak… her ikisiyle de sıkça anılan, yaşları oniki, onbeş… iki çocuk… güvertenin depo bölümünde kozaya yatmış iki tırtıl.

   Eşyaların gizlice yükleneceği gecenin hemen öncesinde demişti Selvi ” Seninle geliyorum. ” diye. Seyfi biliyordu, şaşırmadı. Başka şansı olmadığını biliyordu. Kahvenin müdavimi İzzet’le pazarlığı iki kişilik yapmıştı bile. Sandık içi iki kişi. Geceleri, herkes uykunun en derinindeyken, kaptan içip içip sızmışken üç saatlik hava, tuvalet arası. Yemenize, içmenize karışmam diyordu İzzet, kendi bedelinin dörtte üçünü Seyfinin elinden alırken.
   O gece yattılar kozaya. Selvi “Dayanırım!” dedi. Analığının sinir krizlerini çözen, içindeki hayvanı uykuya zincirleyen ilaçlarını attı cebine. Elini atıp bulamayacağını, bulamayıpta babasını orada haledecegini düşünerek. Halolan babasının kimseyi dövüp, satamayacağına sevinerek.

   İnsan kaç yaşını hatırlar… Selvi anlatanı olmadığı halde anasının beş gün duyduğu kokusunu hatırlıyordu. Beş gün bebek olduğunu … Kışın soğuk dam altında kendi kendine doğuran bir kadının en fazla beş gün dayanacağını ve içine işleyen kirin pasın onu bu dünyadan kovacağını biliyordu. Analar giderken çocuklarını komazdı. Bunu da biliyordu. En çok da buna güceniyordu.

   Seyfi, Hüsam abinin kahvesinin önünde yemişti bir gün dayağını yan sokağın itlerinden. Fazla dolanır olmuşmuş… Kızlarına , bacılarına mı sarkıyormuş… Bir şeyler demişlerdi evirip çeviriken… Diyecek bitince sessiz sessiz dövmüşlerdi Hüsam yetişip de kurtarana kadar. Hüsam kurtarıp köle edindi. Soğuk kahvede buz gibi bir köşe… Doyasıya çay… Çulsuzlardan kuruşla bahşiş, bahşis kadar karın tokluğu. Evden eksilen baş aranmazdı buralarda.
…

   -Ya kızım ya…üstünü okumadın mı? Bunlar mide ilaçları…
Selvi’nin gözleri sabit, kutuya takılı kaldı.
 - Okumadın mı?
- …
- Okuyamıyorsun değil mi?… Neyse…
-Yani şimdi babama birşey olmayacak mı?

   …
Kahvenin sessizlik saatlerinde kulağı Selvi’nin sessiz ağlamaları ile dolardı. Bir de kendi kendine konuşmalarıyla…hepsini duyardı Seyfi karton duvarlardan. Tek tek eli değenleri öldüreceğini söylerdi kız, en çok da kendini öldüreceğini. Kafasını koyduğu sedirle ev dedikleri barakanın arası otuz adımdı. Mahallenin en eğreti gecekondusu. Adına inat gece değil gündüz yapılmıştı… Acelesiz, tembel tembel ellerle…yaz boyu. Kimse eve benzetmemiş ses çıkarmamıştı…içindeki hayat sıradandı… bir köpek ailesinin bir dam altına sığınması gibi…it başının geceleri uluyup, gündüzleri pinekleyip gelen geçene kafa tutması, bir kemik parçasına ruhunu satması kadar sıradandı.

   Selvi, kendini bu it ulumasından bir iki morluk kazançla kurtarıp sokağa attığı gece, ağacın dibinde oturup kendine sarılı sabit kaldığı gece… sırtında sıcak bir el hissetti. Karanlıkta Seyfi yanına sokuldu usulca. Elini sırtına koydu. Gözleri kızın kanlı elinde. 
-Bardak!
 -Hep böyle başlar…birşeyler kırılır…tamiri olmayan birşeyler. Bir adım sonrası dönülmez yol…
Seyfi sigarasını uzattı,hiç düşünmeden aldı Selvi…sessiz, uzun oturdular konuşmadan.

   …
-Aklına hiç sıkıntı getirme!
 -Bugünle mi üç gün var?
 -Bugünü sayma…hatta hiç bir günü sayma… 
-Akşam çıkacağız ama…
 -Gece…
 -Birşeyler anlat…
Seyfi hiç durmadan anlattı. Hem oyalamak, hem oyalanmak için. Yorgun düşüp uyuyana kadar anlattı.

   …
-Bu ikinci gün mü ? 
-Üç…yarısını geçtik .
-Ben dayanamıyorum… 
-Şşşşt… Sus bakayım…yok susma haydi sen anlat. 
-Bir ayağa kalksam…
-Haydi anlat… Ayağa kalkınca yapacaklarını anlat…
Seyfi derin derin nefes alıyordu. Sandık an be an darlaştı ikisine de. An be an sertleşti, havasını tüketip beyinlerini bulandırdı. Konuşamadı Selvi. Uyumaya çalıştıkça gözleri açılıyordu. Gözleri açıkken nefesi hırıldıyor, göğüsü hızla inip kalkıyordu. Gözleri kapanır kapamaz, dişleri başlıyordu gıcırdamaya, geçmişini eze eze öğütmeye. Seyfi beş yaş yaşlandı üç günde. Tek olsa …tek olsa daha kolay olmazdı. Bunu biliyordu. Selvi’nin arıza çıkarmaması için güçlü durması gerekiyordu … Duruyordu da.

   Gece, sandıktan çıkma zamanı. İzzet’in kilidi açmasıyla eşya halinden, insan haline geçme saatleri .Derin derin içine çekti Seyfi serin havayı. Ağrısı acıya dönüşen bacaklarını sıvazladı, biraz hopladı ,biraz zıpladı usul usul…
- Son bir gece dayan Selvim…son bir gece…
Selvi sürüyordu ayaklarını. Ne duyuyor ne düşünüyordu… Bir hayale çoktan göçmüştü ruhu ve bedenini sürüklüyordu gel diye…

   En uzun gün, son gün…
-Seyfiii… sesten çok bir hırıltıydı…
-Ne?
-Mide ilacı uyutmaz mı?
-Yorulmamız gerekiyor…haydi say…saymayı biliyorsun değil mı?
-Yüze kadar…
-Tamam…altmışa kadar sayacaksın, sonra ben sayacağım, sonra sen, sonra ben…hiç bir şey düşünmeden…
…

   Son gece, bütün gece İzzet’in geleceği anı bekledi Seyfi…Güvertede konuşmalar kesilmiyordu. Bir gece önce de kesilmemişti ama usulca gelmişti İzzet. İlk defa kalbi sıkışıyordu. “Ha şimdi”ler yetmeyince eli titreyerek bir ilaç attı ağzına. Mide ilacı. Bir an hepsini içmeyi düşündü. Topu topu beş hap…işe yaramaz dedi… Çıldırmak an meselesi. Nefes alışlarını kontrol edemiyordu… “Nasıl unutur orospu çocuğu …ulan var ya …”

   Sabahın ışıkları süzüldü sandığın tahta aralıklarından Seyfi uyandı. Bütün gece kabuslar gördü, inim inim inleyen insanlar…yardım diye ağlamalar… Selvi uyuyordu. Dün geceden beri kasılma ve inlemeyi bırakmış, doğum yoluna girmiş bebek gibi duruyordu yanında. Selvi’nin üstünden gözünü deliğe yapıştırdı. Üniformalı silahlı adamlar! Bunu bilmiyordu… herşeyi az çok düşünmüştü. Kahvede kulak kabarttığı bütün kaçak hikayelerinde bir son vardı…ama geri gönderilen,ama başarılan… Başaranlardan haber yoktu . Başarı o sokaktan kurtulmaktı…. Ne yapacağını bilemedi… nutku tutuldu. Herkes ittirile kaktırıla indiriliyordu. Sesler kesilince kapağı kırmaya uğraştı. Yılları saklaması için yapılan sandık izin vermedi. Gücü yoktu… Bir kaç saat sonra adamlar geri geldiler,bu sefer silahsız ama maskeliydiler. Bağırmaya başladı Seyfi. Her taraflarını örten kıyafetleri sesini geçirmedi. Maskelerinin arkasında ellerindeki ilacı sıka sıka dolaştılar… Her yer dezenfekte oldu…
Bütün eşyalar,bavullar,sandık,sepet önce ilaçlandı sonra imhaya yollandı.
Başardılar…
Başaranlardan oldular…


(Galapera Fanzin -Aralık 2012)
devamını oku

24 Eylül 2013 Salı

İNSAN

Ne yerin depreşmesi, ne göğün yığdırması...
ille de insan yeryüzünün afeti!
devamını oku

23 Eylül 2013 Pazartesi

Kağıt İş,2013

            

       "ZAMANI DURDURMA ENSTİTÜSÜ'NDE SAHA ÇALIŞMASI"
Kağıt iş,80x180 cm, 2013

devamını oku

19 Eylül 2013 Perşembe

Bekleyiş




   Mutfak masasının başında hareketsiz oturuyorum. Karşımda sonsuzluğa uzanan manzara. Kapalı cam, birlikte ektiğimiz sardunyaların kokusunu almama engel ama senin sinmiş kokunu saklıyor, sunuyor bana. Uzaktan ayak sesleri duyuluyor, arada bir topuğunu sekiyorsun, gelen benim diyorsun. Çayın kokusu karışıyor gizli kokuna. Ben bekliyorum. Buhar, camı kaplıyor yavaş yavaş. Islak bir duvar oluşuyor karşımda. Sardunyalar seçilmez oluyor. Oturuyorum. Kımıltısız nefeslerle oturuyorum. Buhar, sise dönüşüyor, duvar kalınlaşıyor ve bedenimi sarıyor. Sesler, kokular artık duyulmaz oldu… Korku ile masaya, senin bıraktığın, benim sakladığım el izine bakıyorum. Sis herseyi silmiş…Bu bir rüya!

Kahkaha atarak uyandım. Koştum mutfağa. İzin taptaze duruyor. Saklıyorum onu ;yokluğunun kanıtı olarak değil, varlığının şahidi olarak. Onunla konuşuyorum ve sen herşeyi biliyorsun… nasıl bildiğini bilmeden. Ben herşeyi bildiğini biliyorum, nasıl bildiğini bilerek. Ve bekliyorum.
devamını oku

16 Eylül 2013 Pazartesi

Lodos

Lodos denizi tuttu, 
Deniz sahile kustu.
devamını oku

15 Eylül 2013 Pazar

Tırtıl da Yorulur mu Kozada?


Işık az mı?  Ne kadar güzel bir koridor...Işıktan ışığa...
Işık az mı? Bütün parçalar tamam mı? Tik tak, tik tak...
Camekanlar...
Kelebekler camekanlara... Küçükler camekanlara. Işık olsa. Burası koza. Ne güzel bir koridor.
Paketleri açalım... Bu... bu çok iyi.  Işık. Tik tak, tik tak...
Çoğaltmalıyız ışığı . Kelebekler... Dönüşüm zamanı.
Işığı çoğalt.Tik tak, tik tak... Koza yırtılıyor. Yorgun... görüyorum.
Bunu nereye koyalım? Bu çok ağır. Kırmızı kelebek kanıyor...
Tik tak, tik tak... Sor kelebeğe yerinden memnun mu?
Buradakiler şuraya.
Yeşiiiiim yeri oldu mu? Tik tak, tik tak...Yarın ışığı  arttıralım... 
Tırtıl da yorulur mu kozada?

















devamını oku
Blogger Template by Clairvo