29 Haziran 2013 Cumartesi

Zamansız Defter




Defterlerinizi görüyorum…üst üste dizilmiş. İçlerini hayal ediyorum. Mavi mürekkep, bazen hırçın bir çocuk, daha çok inci bir varlık.Yıpranmış kapaklar… belli ki aç gözlü değilsiniz, belki de halinizden pek memnunsunuz… umutlarınızı hep yeni, bembeyaz sayfalara bağlamıyorsunuz benim gibi. Nasıl özeniyorum size… sakinliğinize, dinginliğinize.
Şu bordo kapaklı… kaç kere elinize aldınız? Kaç kere başbaşa yalnız kaldınız? Susun lütfen…susun. Gerçeği bilmek istemiyorum. Ne yazdınızsa yazdınız… ama biliyorum…hep yazdınız. Elime alıp dokunsam değerim ruhunuza ; derin,en mahreminize…iç teninize. Kapağında parmak izleriniz nasıl da gizler kendini… belki bir damla kahve, sayfaların birinde. Ya kokusu? Nasıldır? Bunca yılın birikmiş iksiri… buradan bile alıyorum… öylesine güzel ve özel.
Bitti mi bu defter…bitti mi? Daha açıp sayfalarına dokunmadım bile… sadece hayal ettim…
Sorsam izin verir misiniz? Vermeyin lütfen…vermeyin.


devamını oku

25 Haziran 2013 Salı

ADI : Seynep


     Kulağımı dolduran çığlık ve kuzgun karası gözler… bir darbe ve acı.Tek bir anda duydum, gördüm ve hissettim, ama anlayamadım.
      İkinci çığlık beni yakaladığında kendimi apartmandan içeri attım. Kaşımın üstünden süzülen kan nerede olduğumu hatırlamaya çalışırken ağzıma ulaştı. Kapının hemen önünde, elimden düşen kağıdı gördüm. Laboratuvardan eve gelene kadar defalarca düşürdüğüm kağıdı. Her seferinde eğilip aldığım, şimdi camın arkasında yerde duran kağıdımı.

Adı: Selmin
Soyadı: Dinç
"pozitif"


   Beş kelime. Bu beş kelime diğer bütün kelimeleri yuttu. Sonra Dinç yutuldu. Sonra Soyadı, bir müddet sonra Selmin.

Adı: "pozitif"
   Saplandı retinama , gözlerim sulandı. Çöktüm kaldım mozaik taşa. Taşın soğuğu önce kanımı dondurdu. Sonra midem bulandı. Kimse yok . Komşuların eşiklerinden yemek kokusu sızıyor, biber kızartılıyor bir evde. Taş soğuk,midem bulanıyor.

"pozitif"
      O z harfi ...Sivri, köşeli, gidiş-gelişli z harfi canımı acıtan, diken diken batan.
      
      Sersem sepelek bir karga yavrusu kağıdımın üzerinden geçiyor. Gri gri izler bırakarak. Kağıdımın üstüne basa basa.
      "Bu kadarı da fazla!" Kapının koluna yüklenmemle çığlıklar sardı her yanı. Kapıyı iterek kapadım. Dağınık kafa, eve gelmeye çalışırken, göremediğim, ezmeme ramak kalmış, uçmaya yükselmek yerine yürümeye düşmüş bir karga yavrusu , kendinden emin, ailesinden emin, salına salına dolaşıyor eşikte, kağıdımın üzerinde. Bacaklarım titriyor. Çantam titriyor. Tekrar ve tekrar. Zafer.

"Alo."

" Da... dayak yedim."

" Gerçeği söylüyorum. Yavrusunu korumak isteyen bir aileden dayak yedim."

" Yavrularını öldürebilirdim. "

"Saçmalamıyorum. Bir şey de içmedim. Ben iyiyim!"

"Yarın mı?"

"O kadar çabuk mu?"

"Biliyorum konuştuk. Yani sen konuştun , ben diledim."

"Saçmalamıyorum. Canım acıyor zaten."

" Kaşım yarıldı, kanım boşaldı, midem bulanıyor, şaşkınım... İyiyim, iyi."

"Gelme. Yarına kadar yalnız kalmak istiyorum. Sakın gelme. Ben gelirim. Adresi at mesajla. Adresi ve saati ve celladın adını !"

"Saçmalamıyorum! "

         Dayak yemiştim. Bir karga ailesinden yavrularını görmediğim için dayak yemiştim.
         Gözleri geldi gözlerimin önüne …sülale boyu kuzgun karası dehşet saçan gözler. Dinlediğim bütün karga-insan hikayelerinin baş kahramanı oldum birdenbire.

        ”Yüzyıl uçmayı öğrenemeyen karga ve kırk yıl bir karga ailesi tarafından didiklenen kadın! ” 

        Unutmayacaklar beni. Değil yarın, belki bir daha hiç dışarı çıkamayacağım. Tüm kapıları tutacaklar ve sadece beni hatırlayacaklar. Nerede, ne zaman bir karga yavrusu tehlikeye düşse annesinin dalından, gelip beni didikleyecekler. Unutmayacaklar işte. Hiç bir zaman, kapkara,kuzgun karası bir inatla.
        Titreyen bacaklarım ha gayret.
        Ben odadayım, kağıt sokakta. Ayaklar altında.
        Adı: Selmin .
        Bir zamanlar düşük tehlikesiyle annesini dört ay yatağa bağlayan Selmin. Babasının çağrısını duyan, istemese de ağlaya ağlaya gelen, anasının celladı Selmin.
He heeyyy,sıradaki gelsin ! Öğğğğğğğkkk... öhö ... ö hö..." Battı. Her yer, her şey."

         Bip... bip
         Aman geç kalma! Hemen yolla mesajı. Aman geç kalma ,vaz geçerim. Açmayacağım. Sabaha kadar bilmek istemiyorum. Ne istiyorum?
          Soyadı: Dinç
          Peki ya Sen…beni duyuyor musun? Vücudumun sessiz sakini! Ne istiyorsun? Yine saçmalıyorum, tabii ki İstiyorsun. Adı: "pozitif"
          İki kişi istese,üçüncüye ne halt etmek düşer?Dalımdan kendi ellerimle itip düşürebilecek miyim? Bunu gerçekten yapabilecek miyim?
          Mesajda dese " Selmin ben yapamayacağım. Konuşmaya geliyorum. Konuşalım. ", " Seni, sizi seviyorum" dese. Saçmalama. Soyadı: Dinç

           Perde! Gölge! Geldiler yukarı geldiler. Beni arıyorlar. Hayır vermeyeceğim... Kağıdı verdim, bebeğimi vermeyeceğim defol kara... martıymış. Deliriyorum. Gözümün içine bakıyor. Biliyorum birazdan havalanacak. 
           Gah gah gah gaaaaaahhhh...Zavallı, çaresiz, korkak, plan yapan akıllı insan!
           "Alo Zafer! Konuşmamız lazım. "

                                                                                                                           Ayşecan Kurtay
                                                                                                                                22-05-13
devamını oku

22 Haziran 2013 Cumartesi


Gölgemde lolipop devleşti. Ben de onu yalayan dev çocuk. Annemin gölgesi hemen yanımızda bizden de büyük. Lolipopu bıraktım,lolipop yiyen dev gölge oldum. Üzerimden otobüs geçti. Ne çocukluğum,ne lolipopum bozuldu. Yerdeki dev daireye baktım,dayanamadım dişledim. Boşalan yeri yolun rengi doldurdu. Bir güvercin kondu. Yaladım. Dolaştı usul usul. Seyrettim. Beyaz bir arabanın üstünden geçti gölgem ve lolipopum. Bir an içine girdi,çıktı. Kahkaha attım. Annemin gölgesi bana baktı. Sustum. Cicikız oldum. Bu arada iyice küçülen şekerimin gölgesi elimde bir direk gibi kaldı. Salladım. Ucunda hayali bayrak salladım. Annem baktı. Usulca durdurdum elimi. Beklenen otobüs geldi. Gölgemi de toplayıp bindim. Camdan baktım.  Yoldan başka bir şey kalmamıştı.

                                                              Mart-2013

devamını oku

21 Haziran 2013 Cuma

Saat Çalar





 “İlk defa onaltı yaşında “Bu ev artık misafir evin!” deyip evlendirdiklerinde çaldım… Çocukluğumu bırakmadım ardım sıra. Büfenin rafında benden başka kimsenin farkında olmadığı altın sarısı bir saatti. Aklım erdi ereli pilini değiştirir, tozunu alırdım…
Altı sene boyunca baş ucumda, dayanılmaz zamanlarda göz ucumdaydı çocukluğum. Önce kadın dediler, sonra üç çocuklu dul kadın! Oysa üç çocuklu bir çocuktum ruhumda, anılarım akrep ve yelkovanda.
    İkinci saati bir aylık çalışma karşılığımı artı bedel ödeyerek almak zorunda bırakıldığım o tozlu fabrika odasından kaçarken çaldım…Masada duran elektronik bir saat…tik takı bile yok…ama bırakmadım umutlarımı, korkularımı… ne yaşadıysam gözüm saate takılı hepsini aldım. Hiç bir zaman, hiç bir yerde benden yaşam karşılığı sökülüp alınan zamanımı bırakmadım…
    Yedi yıldır çalıştığım hanımımın yanı başındaki saati alana kadar kimsecikler anlamadı…Kimbilir bu sefer birileri anlasın istedim belki. Saate bakacak ve bulamayınca şaşıracaktı… Bakacaktı, çünkü tam çay saatiydi. “Haydi kızım çay koy!” demeden iki dakika önce, çaldığımın anlaşılıp dayak yemeden bir saat önceydi. Değerli zamanlarını takip ettikleri saati bir anda cebime indiriverdim, tik takları kalp atışlarıma karıştı. Akrep, yelkovan gözümün önünde yedim dayağımı tıpkı çocukluk yaramazlıkları gibi, ağlayarak.
    İşte bu kadar Hakim Bey. Ben zaman çalıyorum. Nerede, ne şekilde istemeden can derdine bıraktıysam zamanımı, çalıyorum. Kendimi tutmuyorum. Alın benden istediğiniz zamanı, nasıl olsa bir yolunu bulur onu da bırakmam burada.”
   Gözlüklerinin üzerinden dikkatle dinleyen hakim elindeki kalemin kapağını kapattı. Gözü kürsünün tam karşı duvarında duran büyük saatte.
-Yaz kızım…
devamını oku

18 Haziran 2013 Salı

Duruyorlar





Duruyorlar…ayakta…kımıltı boyutunda hareketlilikle. Gözler en uzak noktada sabit, bir anlık gaflete alınmış gard! Geleceği bekliyorlar bu yaratım durağında.
devamını oku

17 Haziran 2013 Pazartesi

Biz

!!!

devamını oku

14 Haziran 2013 Cuma

Son Tren; İçine Biber Gazı Dolmadan


Son tren 18-Haziran-2013 günü seferini tamamlayacakmış içine biber gazı dolup hatıralarım gölgelenmeden.

Yirmi dört ay tren yokmuş. Değişim kaçınılmaz. Salı günü, tam dört gün sonra içine kumu, kovayı, çocukluğumun bütün anılarını toparlayıp garaja girecekmiş.

Bakırköy’den Florya’ya hareket eden bir tren; plaj coşkusu, havadaki bulutları izleyen cama yapışık çocuk gözler, akşam pespembe olacak yanaklar, anne eli, abla, teyze ve kuzenler, dönüşte bir külah Roma Dondurması…

Bazen Ankara yolu, cebe konan tarçınlı sakız. Çantalarda biraz meyva, börek ve meyva suyu. Aroma; üçgen paket, vişneli.
O tarçınlı sakız; gülerek bakan arap bacı… Aklın cebindedir binersin trene. Biner binmez ağzına atasın vardır, yok atmazsın, en doğru anı beklersin. Yolculuk uzun. Çuf çuf, tıngır mıngır sallana, yana alınacak yol. Cam kenarı. En çok ters oturmayı seversin. İstasyonun yavaşça geride kalışını, yerini ray yollara bırakışını izlemeyi. Yollar akıp gider, aklın cebinde, uykuya dalarsın bir müddet sonra. Başın annenin dizlerinde… Bir hışırtı dolar kulaklarına,çekip getirir seni vagona. Meyva suyu ve börek. Tarçınlı sakız cebinde. Tren varıp indiğinde de çiğnenmemiştir o sakız. Hala en doğru anı bekler, çünkü sadece bir tanedir.

Kum, kova, dondurma, tarçınlı sakız…

Yıllar geçer…Atölyenden çıkarsın. Kadıköy. Vapur iskelelerinin önünden geçersin, insanların arasından. Bir simit veya çatal alırsın. Yol boyu, deniz kenarı çay bahçeleri. Kokusu bile simidine çok yakışır. Hoparlörden kaptan seslenir “Boğaz Turuuuu on dakikaya kadar hareket edecek. Siz de Boğazın güzelliklerinde hoş bir gün geçirmek istiyorsanız katılın. İstanbul Kart, akbil geçerlidir.” Bez afişte yazar : “Bir buçuk saat Boğaz Turu 12 TL “ Martılar hazır peşine takılıp gitmek için. Otobüs duraklarının ardı dizi dizi minibüsler. Önce sağa, sonra sola, tekrar sağa, öne, arkaya, çapraza… Tekrar sakinlik. Haydarpaşa yolu. Son balık ekmek kokusunun da içinden geçip ön taraftan dolaşarak gara girersin. O çok sevdiğin gara. Bütün kokular üstünde iyot, egzoz, balık. Trendesiniz. Kum, kova, dondurma, tarçınlı sakız çoktan orada.

On sekizinde son seferini yapacakmış.
Galiba seviniyorum...


garibim;
ne bir güzel var avutacak gönlümü,
bu şehirde,
ne de bir tanıdık çehre;
bir tren sesi duymaya göreyim,
iki gözüm
iki çeşme.

Orhan Veli Kanık


devamını oku
Blogger Template by Clairvo