Eşikte Altı Dakika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ağustos 2013 Cuma

Kahraman

Kahramanım filmin ilk yarısında öldü. İnanamıyorum. Mısırlar boğazıma takıldı. Öksürüyorum. Boğazım kupkuru. Yutkunsam öleceğim. Çıkıpta gidemiyorum. Her taraf karanlık. Ara olsun istiyorum. Biraz ara ve ardından ışık yansın. Komik bir şeyler olsun perdede renkli, rüyaymış gibi. Rüyaya dalayım kahramansız bölümü rüya olarak göreyim. Gözlerim açılsın ve çok kötü bir rüya gördüm diyeyim. Işık yanmıyor. Film gözlerimde karardı. Bir gözüm o saniyeye takılı, diğeri akan görüntülerde sanki. Belki... belki yanlış algılamışımdır diye  çaresiz ve bilinçsiz, hızla yüzünü arıyorum. Geçtiği yerler, değdiği insanlar ... hepsinde izini sürüyorum. Anlam artık yok. Bir koşuşturma, bir kaos. Tam gölgesine ulaşmışken ışık yanıyor. Ara. İstemiyorum arayı. Kaybediyorum, huzursuzum. Şaşkınım, kararsızım, elimde yarısı boşalmış mısır külahı.
devamını oku

27 Ağustos 2013 Salı

Bulut


Bulutsuz günler, daha doğrusu yağmursuz, sıcak, bunaltıcı. Vücudum yapış yapış. İçimdeki su hücrelerimden dışarı sızıyor. Akıyorum alnımdan, kollarımdan, sırtımdan, en çok da göğüs aramdan. Ateş patlamaları, iç yanmaları. Akıyorum. Aktıkça buharlaşıyorum, etrafı kaplıyor buğum. Hafifleşiyor bir yanım, gidip insanlara değiyor. Klimanın hortumunda yoğuşup sokağa sızıyorum kimi zaman. Bazen bulut oluyorum. En çok da bunu seviyorum. Güneşin yakıcılığına gölge çekiyorum. Güneşin önünde darmadağın bir damla su. Rüzgar beni savuruyor. Bir başka ilçeye, belki de şehre. Dağla karşılaşıyorum, yamacına tutunup soğuyorum, yağıveriyorum belki bir domatesin üstüne.
Hava sıcak. Vücudum yapış yapış. Hem yürüyorum, hem bulut oluyorum yağmaya belki çocuğuna öfkeli bir babanın anlına. 
devamını oku

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Bitiş



Durdu ve sırtını duvara dayadı.Yılların isini görev gibi tutan duvara.Salonun bomboşluğuna inat toplanmış bütün eşyanın izini saklayan duvara. Cemil ustanın, tuğlalarını köyünün hayalini kura kura ördüğü, bir cigara arası sırtını dayayıp dinlendiği duvara.
 Havayı derin derin içine çekti, sağda solda kalmış nefeslerini ararcasına. Etrafta komşu evin mutfak penceresinden sızan o acımasız, taze yaprakla yapılmış sarma kokusu. Hani şöyle sofranın ortasına doğru tencere ile gelen, ailenin çevreleyip doymaz ve sabırsız gözlerle beklediği sarma kokusu.Tekrar derin derin içine çekti. İçine çekişi derinleştikçe odaya sinmiş sigara kokusu karıştı sarma kokusuna da döndürdü gerçeğine.
Yola çıkma vaktiydi. Dönüş yoluna. Alacağı vereceği kalmamış şehirden köyüne koşuş yoluna. Amca oğlunun sabırsız kamyonetinin kornası doldu kulağına. Bütün kokuların, dokuların, sinmiş hikayelerin kapısını kapattı da çıktı yola.

Bir kitap daha bitti.
Durdum ve göğsüme dayadım.


ayşecan
devamını oku

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Gri Geri Geldi



     
     
      Bir bahar günüydü. Gri geri geldi.

      Gitmişti. Epey bir vakit önce, deniz mevsimi. Güneş bütün karanlıklarımı aydınlatıyordu. Darlanmış olacak ki çekti gitti bir akşam iyot kokulu, balık masasında.

       Sessiz,sedasız,kedi patisiyle gitti.

       O gün ansızın geri döndü. İçime değen kıvılcımı farkettim. Vakit kaybetmeden dumanını üflemeye başladı. Boğazım tıkandı. Öksürdüm. Ciğerlerimi sökercesine öksürdüm. Ciğerlerimden sökercesine. Nafile. Hiç şüphem kalmadı. Bu oydu. Bana sormadan geldi,kapıyı açtı ki aralık kalmış geceden,istediği yere teklifsiz oturdu. Oturmakla kalmadı iyice kaykıldı,yerleşmeye niyetlendi. Gri geri geldi. İçimi daralttı.

      Gitmemiş miydi yoksa? Gölgelere çekilmiş, gizlemiş, sonsuz döngü.

      Gözlerime ulaşması birkaç gün sürdü,sürmedi. Papatyalar renklerini kaybetti. Kokulara dokunamadı. Gizledim. Ben de onu gizledim fark etmedi. Belki de aldırmadı. Bir an sonra sevdiklerimin yüzlerini, ellerini, kollarını sardı. Herşey tek düze bir grilikte, yıkık-dökük evlerin gölgesinde, tozlu bir otoban. İniş-çıkış yok.
     Avucumu kokladım. Derin derin. Hücre çeperlerine sarılı anılardan kokular bulmaya. Eser miktarda , tek tük. Başım bulandı. Aynada gözümün bebeği bile gri. Bakamadım. Gözlerimi kapattım. Anladım. Uykuya zorluyor beni. Son amacı rüyalara sızmak...
devamını oku

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Üvey

    Babalık sokaktan eve doğru ilerlerken komşu çocukların başını okşuyordu. Gülümsedim. O eli tanıyordum. Kapı kapanınca dehşet saçan o eli. Galiba üveydi. Ayça'nın da babası üveydi, ama Ayça mutluydu. Babalığı babaydı. Bizimkisi kötü senaryolu filmlerdeki kadar babalık. İyi ki üveydi. Hiç bir kan bağım yoktu pençe parmaklarla. Sizin iyiliğiniz için diyordu. Daha iyi olun diye. Yanlışsınız... ve ben bunu düzelteceğim. Kesin üveydi yoksa canım çok acırdı. Ama bir gün canım acıdı... 
    Bir büyükbabam sevmişti beni. Bir tek büyükbabam. Evimizi de, odamı da yapan Büyükbabam. Ocağımızı kuran. Tanısaydı ölürdü. İyi ki tanımadan öldü. Bana bir defter bırakmıştı. Kalınca. Büyüklerin yazacağı dilden. Başıma gelebilecekleri de, neler yapmam gerektiğini de anlattığı bir defter. Okudum. Anladım. Bir gün babalığın eline geçti. Okudu okudu anlamadı, anlayamadı da hırslandı. Zırva deyip fırlattı camdan aşağı. Canım acıdı. Bağırdım. Avazım çıktığı, gücüm yettiği kadar. Tepindim. O benimdi. Elime geçirdiğim kepçenin sesi çınladı mahallede. Şamar gecikmedi. Ben dedi, daha iyisini yazarım ne var bunda? Alt tarafı kağıt parçası. Oturdu yazmaya. Kargacık burgacık. Yazdı yazdı , okuyamadı. Boş işler bunlar diye gürüldedi. Kapıyı çarpıp çıktı. Komşu çocuğun başını okşadı. Cebinden şeker çıkarıp verdi. Ve gitti...
devamını oku

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Gitti, öldü.


Yarın gelmeliydi.
Aslında dün gelecekti. Aradı.
"Bugün gelebilir miyim? " dedi. Bir anda, öylesine. Üzerinden  yedi ay, beş gün  geçmemiş gibi. Memlekete gidiyorum, işlerimi halledip geleceğim dememiş gibi. Heyecanlanmayacakmışım gibi.
Heyecandan ölecektim. Gelseydi ölürdüm. 

"Bugün gelme , yarın gel!" dedim. Kalbim sıkıştı, sesim kurudu. Durdu. Telefonun ucunda sessizlik kaldı. Pişman oldum. 
"Olur."dedi. Sesi harflerini kaybetmişti, bulamıyordu. İğne deliği boşluk yutuyordu herşeyi canı, an'ı. Tekrar "Olur."dedi. Bekledim başka hiç bir şey demedi. 
"Yarın gel. "dedim tekrar. O çukura  benim de kelimelerim düşüyordu. Yeni bir cümle bulamadım. Düşüşlerini duydum. Düşen her kelimenin boşluğu kalp çarpıntımla doldu. Telefonu kapadım. Defalarca tekrar ettim ve o olup dinledim. Anlamış mıydı? Anlamadım. Bugün gelse ölürdüm. Anlamış mıydı? Öfke zannetti, hınç zannetti, kapris zannetti. Aşktı. Bekleyişti. "Ne olur yarın gelsin"di. Yedi ay, beş gün ölmeden yarını beklemekti.
"Bugün geleyim."dedi. Ölürdüm. 
"Yarın gel ."dedim... sadece "Yarın gel." 
"Olur." dedi.
Gelmedi. 
Gelemedi...
devamını oku

29 Haziran 2013 Cumartesi

Zamansız Defter




Defterlerinizi görüyorum…üst üste dizilmiş. İçlerini hayal ediyorum. Mavi mürekkep, bazen hırçın bir çocuk, daha çok inci bir varlık.Yıpranmış kapaklar… belli ki aç gözlü değilsiniz, belki de halinizden pek memnunsunuz… umutlarınızı hep yeni, bembeyaz sayfalara bağlamıyorsunuz benim gibi. Nasıl özeniyorum size… sakinliğinize, dinginliğinize.
Şu bordo kapaklı… kaç kere elinize aldınız? Kaç kere başbaşa yalnız kaldınız? Susun lütfen…susun. Gerçeği bilmek istemiyorum. Ne yazdınızsa yazdınız… ama biliyorum…hep yazdınız. Elime alıp dokunsam değerim ruhunuza ; derin,en mahreminize…iç teninize. Kapağında parmak izleriniz nasıl da gizler kendini… belki bir damla kahve, sayfaların birinde. Ya kokusu? Nasıldır? Bunca yılın birikmiş iksiri… buradan bile alıyorum… öylesine güzel ve özel.
Bitti mi bu defter…bitti mi? Daha açıp sayfalarına dokunmadım bile… sadece hayal ettim…
Sorsam izin verir misiniz? Vermeyin lütfen…vermeyin.


devamını oku

22 Haziran 2013 Cumartesi


Gölgemde lolipop devleşti. Ben de onu yalayan dev çocuk. Annemin gölgesi hemen yanımızda bizden de büyük. Lolipopu bıraktım,lolipop yiyen dev gölge oldum. Üzerimden otobüs geçti. Ne çocukluğum,ne lolipopum bozuldu. Yerdeki dev daireye baktım,dayanamadım dişledim. Boşalan yeri yolun rengi doldurdu. Bir güvercin kondu. Yaladım. Dolaştı usul usul. Seyrettim. Beyaz bir arabanın üstünden geçti gölgem ve lolipopum. Bir an içine girdi,çıktı. Kahkaha attım. Annemin gölgesi bana baktı. Sustum. Cicikız oldum. Bu arada iyice küçülen şekerimin gölgesi elimde bir direk gibi kaldı. Salladım. Ucunda hayali bayrak salladım. Annem baktı. Usulca durdurdum elimi. Beklenen otobüs geldi. Gölgemi de toplayıp bindim. Camdan baktım.  Yoldan başka bir şey kalmamıştı.

                                                              Mart-2013

devamını oku

27 Nisan 2013 Cumartesi

Deli Çınar



"Hiiiiii....." Parkın karşısındaki üç katlı binanın üçüncü kat balkonundan iç çekişi yankılandı deliAyten'in. Kimse dönüp bakmadı.
"Guguklu saat!" diye seslendi köşedeki manav Ahmet,  kese kağıdına üzümleri doldururken. Ayten duymadı. Ali amca duydu. "Yazıktır gülme garibe" dedi kese kağıdını alırken, rahatlamış bir vicdanla.

Kangren saate bu defa balkonda yakalandı Ayten'in sağır, dilsiz ablası Nejla. Kapadı gözlerini alelacele. Ne Ayten kaldı, ne de hergün tekrarlanan çırpınış balkonda.
"Ablaaaa... Sana diyorum ablaaa... Aç gözlerini...
Ablaaa...Bak ne deyeceğim...ablaaa...Birazdan gelecek,tam  karşı banka oturacak “
Koca çınar duydu.
Nejla etrafında dönen huzursuz esintiyi hissetti, gözleri kapalı bekledi. Kendini odasında düşündü. Yorganın hemen altında. Sadece kendi nefesini hissettiği anda. Mahalle sustu. Dinlemek için değil , yoktum der gibi.

" Niye hep boş olur, bi düşünmeyecek.
Neden bir Allah ın kuşu gelip cıvıldamaz tepede, tek bir sallanan kurumuş yaprağı yok,
neden rüzgar bile ara sokaklara dalar da dalını kıpırdatmaz diye düşünmeden oturacak, içimi dağlayacak ablaaaa."
Balkonda huzursuzluk ritmini arttırarak gidip geldi. Yere vurup şakırdayan terlik, Nejlanın midesinin üstünde de titreşti. "Atlasa da aşağı kurtulsak!" düşündü ve üzüldü. Gözkapakları acısını sızdırdı.
"Ablaaa çınar bile küskün çınarlığına bilirim.
Bu kadar güçlü eğilmezligine kızar bilirim.
Bilirim de döker bütün yapraklarını ağlar gibi Eylül e varmadan"

Balkon; demir kafes.
Sokak; sessiz nefes.

"O koca bedeninde iyileşmez yarası durur taptaze;
kurtlar kemirsin de için için, bir anda devrilsin diye.
Beni görür bilirim ablaaa...beni görür...
o gün kenetlenmişti ruhlarımız bilirim."

Kırmızı hırka...göğsünde sıkılı parmakları arasında tortop.

"Nasıl da kendinden emin dimdik tutuyordu o koca gövdesini.
Neler gördüm ben neler der gibi.
Neler gördü ne bileyim abla,ama o gün gördüğünü bilirim, bilmez olaydım!
Suyu kuruyasıca koca çınaaaar!"

Gidip gelmelerin rüzgarı sertleşti. Nejla gözleri kapalı ileri geri sallandı dört ayaklı iskemlede. Anasının kucağında sallandı, baba dayağı yediği fırtınalı günde.
"Hadi şimdi!" dedi için için. " Hadi şimdi" dedi nefes nefes. Sonu gelmedi devinimin.
"Hiiiii....Dimdikti, eğilmezdi ya, 
İbrahimim deli çınarın önündeki banka gelirken,
bana gelirken
yoldan çıkmış bir araba
ve dimdikliğinden vaz geçmeyen  koca çınar arasında ,
gözlerinde ben,
gözlerinde anlayamamanın korkusu,
belki de anlamanın tasası,
kırmızının en koyusu ayrılığın rengi.
Hiiii  ablaaaa...
Yemin billah o gün bugün gözümü ayırmam üstünden.
Kimseler önünde oturamaz hissederde laneti."
Balkonun kıyısından bir  karga geçti pürtelaş. Rüzgarı Ayteninikine karıştı. Nejla bilmedi. Her şey durdu bir anda. "Bitti mi?"  Gözlerini usulca açtı Nejla. Kırmızı hırkasına dolanmış elleri, Ayten demirlerin dibine çömelmiş ileri geri sallanıyor. "Bitmemiş" Kapamadı gözlerini.

"Ama o oturuyor her akşamüstü aynı saatte.
Hiiiii...İşte,geliyor."
Kocaman açılmış gözleri,
yumruk ellerinin ortasından geçen balkon demirleri.
"Bak,bak aldırmadan, emin adımlarla geliyor.
Bin kere ölsem yine gelirim der gibi geliyor.
Adı İbrahim olmalı! Kokusunu da değiştirmiş  olmalı. Hatta tenini, kirpiğini, gözünün rengini. Ama  o gelişi yok mu?...adı mutlaka İbrahim olmalı.
Otur İbrahim otur için rahat olsun. Kuş bile kanadını çırpamaz bilir de varlığımı. Otur sen, o kara kuru kızla buluş!"
"Hah ha haaa haa..." kahkaha çınladı; usulü bilen mahalle geri döndü. Ufak ufak hareketlendi.
"Hah iste göründü köşeden tıngır mıngır.
Onun da adı Zarife olmalı... Hani şu sokak var ya…Zarife…kerhanecinin sokağı.
İşte buluştun. Aldın sıcacık avuçlarına Zarifeninkileri. Tamam işte kalkın gidin, ellerim dondu ayazda. Kimbilir kaç İbrahimim var sırada."

Bir gün mahallenin sessizlik saatleri dozerlerin uğultusuyla doldu...mahalle hep sessiz kaldı. İkinci gün çınarı da çevreleyen çitler çekildi. Çınarın bir karış üst dalları kaldı karşısında Ayten’in. Ayten ileri geri sallanarak balkonda, gözleri açık izledi. Nejla anlamsız sesler çıkararak bağırır oldu hemen yanı başında. Bir hafta sonra çınar yok oldu. Ayten sessiz ağladı, hep ağladı. Nejla ulurcasına bağırdı. Mahalle sustu, hep sustu. Ne duydu, ne gördü.


Ayşecan Kurtay   21/10/12

devamını oku
Blogger Template by Clairvo